Fırsat bulduk mu ailecek; “ Tası tarağı toplar” köyümüzün cennet korusunda alırız soluğu. Buraya her geldiğimizde dinlenme imkânı bulmanın yanında, çamların etrafa yaydığı kokudan içimiz ferahlar ve ciğerlerimiz bayram eder adeta. Küçük bir orman gibi olan korunun her köşesi ayrı bir güzellik taşır. Köyün sırtını yasladığı tepenin yamacında başlayan çamlık alan, bağlı olduğumuz il ile ilçeyi bir birine ulaştıran ana yolun yakınına kadar devam eder. Koruluktan hemen sonra yer yer çalılık ve nadiren de olsa endemik bitkileri barındıran bozkır, ana yolu atlayıp yer şekliyle birleşerek gözden kaybolur gezgin adamlar gibi.
Yine bir hafta sonu köy korusuna gitmek için yola çıktık. Tali yola girip bozkırın ortasında fermuar gibi uzayıp giden yarı taş-topraklı yoldan koruya ulaştık. Koruluğa girdiğimizde, altında hoşça vakit geçirip kahvaltı yapacağımız çam ağacı her zaman olduğu gibi sanki bugünde bizi bekliyordu. Otomobilimizi gölge bir yere park edip, piknik için aldıklarımızı aşağı indirdik. Eşim piknik tüpünü yakıp üzerine çaydanlığı yerleştirdi. “Yaşasın!” Diye bağırarak, oradan oraya koşuşan çocukların neşesine diyecek yoktu. Çay’ın demlenmesi fazla zaman almadı. Nevalelerimizi getirdiğimiz bezin üzerine özenle sıralayıp afiyetle karnımızı doyurduk. Ancak, çam kokusu çay kokusuyla birleşince iştahımız baya kabardı. Çaydanlığı ikinci defa doldurup bir çay daha demledik. Bu muhteşem havada çay keyfimiz yarım kalmamalıydı. Bir taraftan çaylarımızı yudumluyor, diğer taraftan çocuklarla nasıl vakit geçireceğimizi konuşuyorduk ki birden hava karardı ve altında oturduğumuz çam ağacının dallarından üzerimize birer ikişer yağmur damlaları düşmeye başladı. Yağmuru beklemiyorduk. Eşime; ne olacak, yağmur değil mi! iki atıştırır sonra geçer! Dedim. Yağmur kokusu, çam kokusu ve çay kokusu birleşince enfes bir keyif veriyordu insana. Bana göre tam çay içme zamanıydı. Ancak eşim benimle aynı fikirde değildi. Birden ayağa fırladı ve telaşlı bir şekilde; “Bir an önce gidelim değilse korudan çıkamayız!” diye söylendi. Ben ise çay keyfi uğruna onun sözünü önemsemeyip çay içmeye devam ettim. Bir türlü geçmek bilmeyen yağmur şiddetini daha da artırdı. Hemen eşyalarımızı bagaja yerleştirip otomobilimize bindik. Bulunduğumuz yer köye üç veya dört kilometre kadar uzaktaydı. Stabilize yoldan köye doğru ilerlemeye çalışıyorduk. Ardı ardına şimşekler çakıyor, yağmurdan göz gözü görmüyordu. Otomobilimizin çamura batan tekerlerinin patinaj yapması hepimizi endişelendirdi. Hava iyiden iyiye kararmaya başladı. Ben yalnız olsam mühim değildi. Yanımda eşim ve üç çocuğum vardı. Tekerlekleri çamura batan, sürekli patinaj yapıp bir türlü yol alamayan otomobili çalışır vaziyette bırakarak iki oğlumla beraber otomobilden indik. Etraftaki kuru çam dalları ile kozakları toplayıp otomobilin tekerleklerinin altına serdik. Yeniden otomobile binip hafiften gaz vererek otomobili yürütmeyi denedim. Kısmen başarılı olmuştum ama henüz önümde kat edilmesi gereken bir kaç kilometreye daha yol vardı. Tekrar otomobilden indim. Çamur deryasına dönen yolda zorlanarak da olsa yüz metre kadar yürüdüm. Çakan şimşeklerle aydınlanan yolun devamının taşla kaplı olduğunu görünce baya bir rahatladım. Buraya kadar gelirsek korudan kurtulma şansımız olabilirdi.
Yeniden otomobile bindiğimde, annesinden öğrendiği Kevser suresini; “İnnakaydayna” Diyerek okumaya çalışan ve avuçlarını semaya kaldırıp dua eden üç yaşındaki oğlum hepimizi gülümsetti. Onun duası kabul olmuş olmalı ki, kısa bir zaman sonra korudan sağ salim kurtulup köye ulaşmayı başardık. Daha sonra öğrendiğime göre; koruda iken yağmur damlaları yere düşünce sizde yola düşmeliymişsiniz. Yaşadıklarımız acı bir tecrübe olarak belleğimize kazınsa da, çay keyfinin bize biraz pahalıya mal olduğu açıktı.
Sağlıcakla kalınız.