Çözüm Sürecindeki Türbülans…

Ömer İnal

Çözüm sürecinde kritik bir dönemeç geçilmek üzere… Her ne kadar genel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte yeni senaryolarla sekteye uğratılma çabalarının olması ihtimaller dâhilinde olsa da süreç kararlıkla sürdürülme iradesiyle canlılığını koruyor…

Bilindiği üzere en büyük kırılmayı Kobani olaylarıyla yaşayan çözüm süreci, tüm nifak girişimlerine rağmen halkın çözüm sürecine olan güven, inanç ve isteği sayesinde yaşadığı türbülans şokunu kısa sürede atlattı… Yaşanan bu türbülans, sürecin öneminin daha iyi anlaşılmasına ve daha güvenli şekilde devam ettirilmesine olan ihtiyacı zuhur ettirdi…

Bundan kısa süre önce ‘’kobani düşerse çözüm süreci biter’’ diyenler, sınır hattındaki askere taş atan sözüm ona siyasetçiler, Kobaniyi bahane edip, halkı sokaklara çağıranlar bugün gelinen noktada ‘’çözüm sürecinin vazgeçilemez olduğunu, müzakerelerin devam etmesi gerektiğini’’ belirtmeye başladılar…

Peki, bu değişikliğin altında yatan sebep neydi?

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın kobani olayları sonrası yaptığı şu açıklamalar bu açıdan çok önemliydi: "Çözüm Süreci’ne biz mecbur ve mahkûm değiliz. Çözüm Süreci başarısız olursa herkes bunun altında kalır. Adadaki şahıs da dâhil siyasi uzantıları da... Bizim gösterdiğimiz itina kadar ben de bu işte söz sahibiyim diyenlerin de dikkatli olması lazım"

Bu açıklamalar çok büyük bir mesajdı, hatta ültimatomdu… Bu mesajla karşı tarafa; siz eğer savaşı seçerseniz, devlet bütün gücüyle sizinle savaşmaktan çekinmez, hükümet çözüm sürecini yürütüyorsa bu devletin güçsüzlüğünden imkânsızlığından değil bilakis, büyük devlet refleksiyle kendi sorunlarını müzakerelerle tatlıya bağlama isteğinden kaynaklanmakta anlamındaydı…

Burada bir ara verip terörle mücadele çok başarılı bir yıl olan 2012’yi hatırlamakta fayda var:

Ortadoğu’daki çatışmalar ve Arap Baharı’nı fırsat bilerek 2012’yi hedefine ulaşmak için ‘‘final yılı’’ ilan eden PKK’ya karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni stratejisi ve bölge halkının örgüte destek vermemesi sebebiyle hem militan sayısı hem de lojistik açıdan adeta çökmüştü…

Bölgeye yeni atanan komutanlarla birlikte Terörle mücadelede 28 yıldır uygulanan usulleri terk eden birlikler, kışlalara dönmeden kırsalda hâkimiyet kurmaya başlamışlardı. Sürekli arazide kalarak teröristlerin peşine düşen güvenlik güçleri, ‘’Bul ve yok et’’ konseptiyle hareket ediyordu... bu konsept ile birlikte sadece 2012 yılında yaklaşık 1.200 terörist öldürüldü ve 250 civarında PKK’lı da teslim oldu

Terörle mücadelede çok başarılı yöntemlerin uygulandığı PKK’ların telsiz konuşmalarından açıkça anlaşılıyordu, o konuşmalardan biri şu şekildeydi: ‘’Başarısız olduk, kayıplar verdik. Demek ki böyle olmuyor, siyasi çözüm gerekiyor. Halka değil, dağa dayandık. Sadece dağda askerle çatışma pozisyonunun ötesine geçemedik. Girişimlerimizin büyük çoğu başarısızlıkla sonuçlandı’’

Yapılanlar bunlarla sınırlı değildi elbette, hükümet, terör örgütünün para kaynaklarının kurutulması için hem içerde hem de dışarıda etkin mücadeleye girişti ve başarılı sonuçlar elde edildi....

Lakin tüm bu yapılanlarla örgüt tamamen bitse dahi, hastalıklı bölge iyileştirilmeden yeni mikropların türemesi kaçınılmazdı, bu sebeple sorun bir daha nüksetmeyecek bir mahiyette nihai noktaya ulaşması için müzakerelerin yapılması rasyonel bir nitelik taşıyordu…

Bu ahval ve şerait içinde müzakere sürecini başlatan hükümet, ülkeye huzuru hâkim kılma çabasındayken kobani olaylarının zuhur etmesi, Bülent Arınç’ın o sözleri sarf etmesine neden oldu… Yani Devlet, ‘’Ben terörü bitirmekte kararlıyım ve bunu yapabilecek kudrete sahibim, istiyorum ki bu iş güzellikle olsun, kardeşçe olsun’’ diyordu…

Son yaşanan olaylardan sonra anketlerde görüldüğü gibi, halk desteğini kaybedip marjinal bir görüntüye yaklaşan Kürt siyasiler, devletin kararlı tutumuyla birlikte yanlışlarını gördüler ve çözümün ‘’vazgeçilmez’’ olduğunu deklare ettiler…

Selametle…