Cumhurbaşkanımızın dikkatine (10)

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Zorunlu eğitimin ve devamında ülkemiz ihtiyaçları dikkate alınmadan başarısız olacağı en başından belli olmasına rağmen sadece işsizliği ötelemek adına, hesapsızca bir milyon – bir buçuk milyonuncu sıralamadan üniversitelere doldurulan ortalama yirmi üçlü yaşlarda mezun olan ve çok büyük çoğunluğu işsiz kalan gençlere yönelik on dört yıldan beri uygulamaya konulan politikanın sonuna gelindiği, nihayet en yetkili kişiler tarafından dillendirilmeye başlandı. Ancak söz konusu uygulamanın yarım asırdan daha fazla ülkemiz ekonomi, sosyal ve psikolojik yapısına verdiği hasarın boyutu inanılmaz derecede yüksek olacaktır. On dört yıldır sadece diploma vermek için piyasanın gerektiği yeterlilikten uzak bir eğitime tabi tutulan orta öğretim ve üniversite kurumlarını bitiren gençlerin, artık işe girememeleri nedeniyle meydana gelen yığılmalar nedeniyle vazgeçilmesi, ortaya çıkan hasarı ortadan kaldıramamaktadır. Büyük kesimi eğitim gördükleri alan dışında bulabilirlerse asgari ücret veya biraz üzerinde bir maaşla, ömür boyu huzursuz bir psikolojiyle çalışmak durumunda kalmaktadır. Olumsuzluklar bununla da bitmemekte, asgari ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak düzeyde maaşla geçinmek (ev kiralarının ortalama en iyimser tahminle yirmi bin lira olduğu bir dönemde) zorunda kalan bir ortamda yaşayan kadınlar ve çocukların ruh halleri, hayata ve geleceğe yönelik umutları iyimser olabilir mi? Maalesef sadece görüntüyü kurtarmak ve işsizliği ötelemek amaçlı uygulamaya konulan söz konusu eğitim sistemi, en fazla şu an otuzlu yaşlarda olanları etkilemiştir. Bu kesim evlenmemekte değil, içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durumdan dolayı ailesini geçindirecek güveni kalmadığından evlenememektedir. Evlenme oranının düşmesi nüfusun yaşlanması ve gençlerin sayısının azalması sonucu üretim düzeyi yavaşlamakta, ihtiyarların harcama talebi güdüleri gençlere göre daha düşük olduğundan tüketim talebi düşmesi yanı sıra, emekli sayısının artmasına bağlı olarak bütçeye de ilave yük getirmektedir. Kısaca belirtilen ekonomik ve psikolojik sorunlar, sonrasında dağın tepesinden yuvarlanan kartopu misali toplumun sosyolojik yapısını bozmaktadır.

Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da, özel sektörün çalışacak elemana ihtiyacı varken, herkese diploma verilmesi amacıyla çocukların zeka seviyelerine ve özel yetenekleri ile okuyup isteyip istememeleriyle ilgili bilimsel bir çalışma yapılmadan, zorunlu orta eğitim öğretime tabi tutulmalarıdır. Bu nedenle ülkemiz bir yanda okumak istememesine rağmen okullara hapsedilen çocuklar, diğer yanda çalıştıracak eleman aramasına rağmen bulamayan atölyeler ve küçük sanayi işletmelerini yöneten girişimciler paradoksunu yaşandı. Ortaya çıkan işgücü açığının önemli kısmı, ülkelerinde gördüğü zulümden kaçarak ülkemize gelen Suriyeliler tarafından kapatıldı. İlk bakışta ülkemiz açısından reel sektörün krize girmesinin önlenmesi bakımından olumlu gibi görünse de, ortalama on beş yıllık sonrasında üçer beşer kişinin çalıştığı küçük işletmelerde çalışanların ağırlıklı olarak yabancıların oluşturacağı, kendi çocuklarımızın da bunların yanında girebilirlerse ücret karşılığı çalışacak duruma düşeceği yüksek ihtimaldir. Şu an bile sanayide çalışacak genç ve orta yaşta çalışabilecek orta düzeyde nitelikli eleman bulunamadığı, herkes tarafından söylenmektedir. Çok geç kalınmakla birlikte zorunlu orta öğretimden dönüleceğinin sinyallerinin verilmesi bile sevindiricidir. Umarım, uygulamaya konulması düşünülen ne olduğunu bugün itibariyle kamuoyu tarafından bilinmeyen eğitim ve istihdam politikası, zorunlu eğitim uygulaması gibi görüntüyü kurtarma adına siyasi çıkarlar uğruna kurban edilmesin. Salt eğitimde değil her alanda, ülkemiz toplumsal dinamikleri ve piyasaların günümüzdeki talepleriyle uyumlu, bilimsel verilere dayalı ancak popülizmden uzak politikalar devreye sokulmalıdır. Uzağa gitmeye gerek yok. Savunma sanayinde ortaya koyduğumuz başarı ve geldiğimiz nokta, başta eğitim olmak üzere orta ve üst düzey teknolojiye dayanan imalat sanayi sektöründe sağlanmalıdır.