Yaklaşık on dört yıldır başarısızlığa uğrayacağı kesin olmasına rağmen, sadece işsizliği ötelemek amaçlı gençleri yeteneklerine ve okumak isteyip istememeleriyle ilgili herhangi bir bilimsel çalışma ve araştırma yapmaksızın zorla orta öğretime tabi tutan, sonrasında ise neredeyse sınava giren herkesin ön lisans ve lisans bölümlerini kazanabildiği demeyeyim girebildiği uygulamadan nihayet vazgeçileceğiyle ilgili, kurumların en yetkili kişilerinden açıklamalar gelmeye başladı. Geç olmakla birlikte, “Zararın Neresinden Dönülse Kârdır” atasözünün verdiği mesaj gibi, doğru adımlar atılacağının sinyallerin gelmesi sevindiricidir. Ancak on dört yıldır devam ettirilen, sadece nicelik olarak görüntüyü kurtarma adına çok büyük çoğunluğuna diploma verilerek orta öğretim ve lisans bölümlerinden mezun olan gençlerin, piyasada çalışabilecek yeterlilikten uzak bir şekilde, meslek öğrenme yaşları da geçtiğinden ne iş olursa olsun çalışmak amacıyla asgari ücret veya belki biraz üzerinde bir maaşla iş bulmaya çalışmaları ve çoğunun da iş bulamamasının sonucunda ortaya çıkan iktisadi, sosyal ve psikolojik travmaların olumsuz etkilerini ülke olarak uzun yıllar üzerinden atmamız mümkün değildir. Çünkü enflasyonun %30’lar, ev kiralarının en iyimser düşüncelerle yirmi bin TL., en makul toplam düğün masrafının bir milyon lira civarında seyrettiği günümüzde, ortalama yirmi beş yaşına geldiği halde işe giremeyen veya asgari ücret bandında çalışan gençlere yapılan geri dönüşemez kötülüğün sorumluluğunu kim üstlenecektir?
Üretim sektörünün genç emek gücü ihtiyacı varken tüm çocuklarımızın eğitim kurumlarına adeta hapsedilirken, söz konusu ihtiyacın misafir olarak geldiği söylenen yabancı uyruğa mensup (Suriyeli, Afgan vb.) gençlerinin istihdam edilerek giderilmesi, üstelik bu durumun bir politika haline getirilmesi, ülkemiz geleceğinin kalbine saplanmış bir hançerdir. Bir sektörde verdiğim örneği tüm mesleklere uyarlamak mümkündür. Şöyle ki, iki üç kişinin çalıştığı otomotiv sektörüyle ilgili ustalık gerektiren alt meslek anlarında (motor, kaporta, fren baskı balata, şanzıman, elektrik vb.) genç işgücüne olan ihtiyaç, on beş yıldan beri yabancı uyruklular tarafından karşılandı. Bu süreçte yabancı uyruklular hizmet, tarım ve üretim yapan reel sektörlerde farklı mesleklerde çalışıp çırak – kalfa – ustalık düzeyine gelirken, bizim okuma kapasitesi olmayan çocuklarımızın geleceği, meslek öğreneceği yaşlarda okullara tıkılıp heba edildi. Günün sonunda ülkemizdeki yabancı uyruklu vatandaşlar meslek sahibi olup ülkemiz ekonomisinin adeta yükünü çeken birinci faktör durumuna geldi. Şu an, on iki yıl gibi zorunlu eğitim uygulamasından kurtulup meslek sahibi konumundaki önceki kuşakta yetişen şimdiki ellili yaşlardaki ustaların birçoğu, en fazla on beş yıl sonra yetmişli yaşlarda fiziki yetersizliklerle karşılaşıp artık çalışamayacak duruma geldiklerinde, zorunlu eğitim uygulamasının ne kadar yanlış bir politika olduğu asıl o zaman daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü otomobil örneğinde anlattığım gibi, ülkemizdeki tüm reel sektörde faaliyet gösteren firmalarda yabancı uyruklu vatandaşlar söz sahibi olacakken, işe girebilirlerse kendi gençlerimiz bunların yanında ancak işçi olarak çalışıyor durumuna düşeceklerdir. Bu nedenle yalnız niceliksel verilerle görüntüyü kurtarmak ve işsizliği ötelemek amaçlı zorunlu eğitim uygulamasından hemen vazgeçilerek, çocukların yeteneklerine göre siyasi hesap ve etkileşimden uzak, eğitim ve istihdam odaklı müfredata geçilmelidir. Üniversitelerin Eğitim Fakülteleri’nin öğretmen kadrolarına atanacak lisans bölüm mezunlarının ve üstelik formasyon sürecini tamamlayanların, değişik ve janjanlı isimler altında (akademi gibi) en az üç dönem tekrar eğitime tabi tutulmaları, dört yıllık eğitim süresini arkadan dolanarak beş buçuk altı yıla uzatıp işsizliği öteleme cinliği ve siyasi manevradır. Başta eğitim olmak üzere tüm politikalar, ülkemiz gerçekleriyle paralel ve zamanında olmalıdır.