Cumhurbaşkanımızın dikkatine (13)

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Zorunlu eğitim ve emeklilik politikası gibi, her yıl ülkemiz gündemini uzun süre meşgul eden, ancak genelde doğrudan işçi kesiminin dolaylı olarak ise seksen altı milyonun en az dörtte üçünün memnuniyetsizliğiyle sonuçlanan asgari ücretin belirlenmesi sürecinde devam eden toplantı maratonunda, hükümetin aldığı pozisyon ve gerektiği şekilde girişimde bulunmaması yanlış politikalardan birisidir. Her yılın sonuna doğru asgari ücret komisyonunun yaptığı hükümet yetkililerinin de bulunduğu toplantılar, işveren ve işçilerin bir şekilde belli ücret noktasında anlaşmaya varılmasıyla sonuçlanmaktadır. Asgari ücretin belirlenmesi aşaması işin en zor tarafı gibi görünmekle birlikte, sonrasında toplumun çoğunluğunu etkilemesi, aysbergin su üzerinde görünen kısmıdır. Asgari ücret rakamı öyle veya böyle kesinleştikten sonra, mal ve hizmetlerin fiyatlarının özel sektörde faaliyet gösteren firmalar tarafından serbest piyasa sosuyla adeta tefecilik boyutunda keyfi olarak artırılmasının önüne geçilmesi, hükümetin en önemli görevi ve sorumluluğudur.

Ülkemizde yıllardır yaşanan durum, asgari ücret artış oranının belirlenmesi aşamasında firmaların en azından bir ay öncesi durumdan vazife çıkarıp, ortada ekonomik gelişmelerle bağlantısı olmaksızın fiyatları artırmaya başlamaları ve hükümetin seyirci kalmasıdır. Konunun daha net bir şekilde anlaşılması adına, hepimizin bildiği ülkemizin tamamına yayılan sayıları on bin civarında olduğu söylenen ulusal ölçekli marketler üzerinden anlatmakta fayda vardır, ancak söz konusu paradoks sadece ulusal ölçekli marketlerle sınırlı kalmayıp, boyutları farklı olmakla birlikte tüm sektörler için geçerlidir. Şahsen kendim defalarca karşılaştığımı belirtmekle birlikte, açık kaynaklardan da erişilebildiği üzere yazılı ve görsel basında sıklıkla yer aldığı, hepimiz tarafından bilinmektedir. İlgili market yetkilisi tarafından bir personel, elinde zamlanmış fiyatların olduğu belki yüzlerce barkodu, öncekileri çıkararak yerlerine yenilerini takmakla görevlendirilmektedir. Vatandaşlar bir taraftan etiketleri değiştiren personeli izlerken, değişik bir halet-i ruhiye içinde alışveriş yapmaya devam etmek gibi bir ironi yaşamaktadırlar.

Sorunlar ve aynı zamanda yapılması gerekenler belli iken, yıllardır çözüme kavuşturulamamasının nedenini siyasilere sormak, en doğal hakkımızdır. Önce yapılması gereken basit ve en etkili faktörden başlayalım. Yetkililer, çalıştıkları kamu kamu kurumlarına hapsolmayıp, piyasada faaliyet gösteren firmaları hem fiyat ve hem de sıhhi açılardan fiziki denetim işlevlerini yerine getirmelidirler. Açık iletişim kaynaklardan bile edindiğimiz bilgilere göre, sahibi aynı olan bir firma birkaç tane daha paravan şirket kurmak suretiyle fiyatları yükselterek kağıt üzerinde az, ama gerçekte yüksek kazanç elde etmektedirler. Örneğin bir firma üreticiden 5 TL.’ye aldığı domatesi, hileli olarak kurduğu firmalara fatura üzerinden 10, 18, 25 ve 30 TL.’ye fatura kesmekte ve aslında 5 TL.’ye aldığı domatesi sanki 40 TL.’ye almış gibi üzerine belli oranda kar koyarak 50 TL.’ye satmaktadır. Evrak üzerinde %25 kar ile satıyor görünürken, aslında %1000 kar sağlamaktadır. Ticaret odaları bünyesinde görev yapan Ticaret Sicil Servislerinde yapılacak küçük bir incelemeyle anlaşılması oldukça kolaydır. Aynı örnekten devam edecek olursak tüketiciler 15 TL.’ye tüketeceği domatesi 50 TL.’den satın almak zorunda kalmaktadır. Esas üzerinde durulması gereken bu tip firmaların neden dokunulamadığıdır. Hükümetin halkın cebindeki paranın haksız olarak firmalara akmaması için ilk yapması gereken, öncelikle ulusal ölçekte yayılmış marketler zincirinin fiyatlarını kontrol etmeli, usulsüzlük belirlendiğinde ülkedeki tüm şubeleri örneğin 1 hafta kapatılmalıdır. Bu uygulama tüm firmaları kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Aksi takdirde firmaların keyfi fiyat artırmalarının önüne geçilmemesi halinde asgari ücrete değil % 40, % 330 zam yapılsa dahi halk, reel gelirinin azalması sonucuyla karşılaşmaktan kendini kurtaramayacaktır.