Cumhursuz Cumhuriyetin cürüm ve cinayetleri

Musab Seyithan

Bir 29 Ekimi/cumhuriyet kutlamalarını daha geride bıraktık. Rahmetli Turgut Özal; “Törenler Cumhuriyeti ülkesi haline geldik” demişti. Bizim mahalleden diye bildiklerimizin cumhuriyetin ilanı ile ilgili kutlamaları coşkuyla idrak etmelerini görünce “celladına âşık” bir kitle haline gelmiş olmanın şaşkınlığını yaşıyoruz.

Cumhuriyetle bizim bir alıp veremediğimiz yoktur. İçini nasıl doldurursanız, ona göre anlam kazanır. Dört halife döneminde “kamu hukuku” hâkim idi. Yani vatandaş kendini yönetecekleri, irade beyanı ile seçiyordu. O gün bunun adı “Biat” idi. Rasûlullah (sav), vefatından önce bir halife tayin etmemişti. İlk halife Hz. Ebu Bekir, Beni Sakife sofasında, sahabenin biatıyla/irade beyanıyla seçilmişti. Diğer üç halife de, seçilerek iş başına getirilmişti, atanarak değil…

Emevilerle, saltanata geçildiği için devlet başkanları seçimle değil, “babadan oğula” sistemiyle iş başına getirilmiştir. Yani kamu hukuku gasp edilmiştir. Cumhuriyet, kamu hukukunun devreye sokulması için uygun bir siyasi sistemdir. Ama bizde 1923’ten sonra yapılan devrimler, cumhurun istediği doğrultuda değil, idam, sürgün ve silah zoruyla, cumhura rağmen yapılmıştır. Hem de “cumhuriyet” adı altında yapılmıştır. Mesela;

Koca bir millet harf devrimiyle bir gecede cahil bırakılırken hangi cumhura soruldu?

Kur’an Kursları ve medreseler kapatılırken, Kur’an okutan hocalar jandarma dipçiği ile karakollarda işkenceye tabi tutulurken hangi cumhurun onayı alındı?

Duvarında “Onların işleri aralarında şûra iledir.(42/Şûra:38) ayeti yazılı olan ve işlerini İslam kurallarına göre karara bağlayan, Anayasasında “Devletin dini İslam’dır” yazan seçilmiş ilk meclisi zorla dağıtıp, Anayasasından “Devletin dini İslam’dır” maddesini çıkararak keyiflerine göre kurdukları meclis sayesinde, ülkeyi en az 30 yıl tek parti ile yönetirken hangi cumhura sordular?

Şeri hukuku kaldırıp, “Türk vatandaşı; İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” Şeklinde karikatürize edilen acube bir Türk tanımı yapılmasına sebep olan devşirme hukuk sistemini getirirken hangi cumhura sordular?

Camileri ahıra, gazinoya ve hatta geneleve çevirirken hangi cumhurla referandum yaptılar?

1932’den 1950’ye kadar tam 18 yıl ezanı “Tanrı uludur, Tanrı uludur. Bilirim bildiririm Muhammed onun kuludur” diye Türkçe bağırttırırken hangi cumhura danıştılar?

Millete şapka giymeyi dayatırken ve giymeyenleri Rize’de olduğu gibi idam sehpalarında sallandırırken hangi cumhurdan görüş aldılar?

Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” diyerek anayasal korumaya aldıkları laiklik ilkesini dayatıp, dini devletten kovarak vicdanlara, mezarlığa ve camiye hapsederken hangi cumhurdan onay aldılar?

Efendiler! İnsanlar artık elleriyle yaptıkları putlara kurbanlar keserek tapmıyorlar. Bu, ilkel bir şirktir. Bugünkü şirk, “ilkesel”dir. Artık “ilkeler” putlaştırılıyor. Allah’ın ilkelerine karşı ilkeler icat ederek Allah’a ortaklar koşuluyor. Allah bazı işlere karıştırılıp, bazı işlere karıştırılmıyor. İşte bu putun adı “laiklik”tir. Bugünün Lât’ı, Menât’ı, Uzza’sı ve Hubel’i, “laiklik” ilkesinde mündemiçtir. Bunun en anlaşılır ifadesi “Allah’ı bazı işlere karıştırıp bazı işlere karıştırmamaktır.” Tevhid ehli Müslüman “Allah’ı her işine karıştırandır.” Çağdaş müşrik de;Allah’ı bazı işlerine karıştırıp bazı işlerine karıştırmayandır. Müşrikin anlayışında Allah hayata müdahale ettirilmez. Laiklik, en masum tanımıyla “Din işlerini, devlet işlerinden ayırmaktır.” Yani dinin başını gövdesinden koparmaktır. Bu da Allah’ı, devlet işlerine yani parlamentoya, kışlaya, mahkemeye ve bakanlıklara müdahale ettirmemektir. Laik kafaya göre Allah’ın yeri vicdanlar, camiler ve mezarlıklardır. Onlar dini sadece namaz, oruç, hac, zekât, sadaka ve tespihten ibaret hale getirmişlerdir. Eğitim kurumlarından mezun olan nesiller de, bu şartlanmayla yetiştirilmektedir. Günümüzde Müslümanlara yapılan en büyük zulüm bu laiklik dayatmasıdır. Yüce Allah Kur’an’da; “Allah’a şirk koşma! Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür.” (31/Lokman:13) buyurmaktadır. Dolayısıyla cumhuriyetin tosuncukları “Allah’ı bazı işlere karıştırıp bazı işlere karıştırmama” şirkini, yetiştirdiği nesle dikte etmişlerdir. İşte cumhursuz cumhuriyet, bu zulmü cumhura rağmen hep dayatmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından sonra, İslamî ilkelerden hızla uzaklaşmalara karşı yapılan “Öze Dönüş” talepli gösterilere karşı işlenen cinayetlerin haddi hesabı yoktur. Örnek olarak Konya’da işlenen cinayetleri verirsek bütün Türkiye geneli için bize bir fikir verir.

Yıl 1921... 104 yıl önce... Önceki iki yılda Birinci ve İkinci Bozkır olayları ve Delibaşı Hadisesi yaşanmış, Kasap Osman 310 Ilgınlıyı, Kasap Refet Paşa Konya Merkezde 741, Bozkır’da 780 sivili asmıştı. Dağda bayırda vurulanlarla birlikte 4 bin insan ölmüştü. Ama Konya, hâlâ Hilafetin kaldırılmasına karşı çıkıyordu. Bu arada 1921’de, Hilafetin kaldırılacağı konuşulurken Konya'da bir yürüyüş gerçekleşti. Konyalılar hilafetin kaldırılması ihtimaline tepkiliydi... Meclis'ten oy çokluğuyla bir karar çıktı. Bu karar Konya tarihi açısından son derece korkunçtu... Kararda Konya'nın tümüne irticacı deniyor... Hatta tüm Konya'nın tutuklanması emrediliyordu...

"Bütün bir Konya bölgesi irticaya müsait bir bölge olduğundan, gericiliğe müsait bir zemin oluşturulduğundan Konya halkının bütünüyle tutuklanmasına…" (TBMM arşivi Dosya No: 242 Karar No: 276).

Yeni kurulan İstiklal Mahkemesi, işte o emir üzerine harekete geçti... 3 üyeli gezici mahkeme Konya'ya geldi. "Konya merkezde 2 bin 300 kişi tutuklanmış, 805 kişi 3 gün içinde idam edilmiştir. 1495 kişi de kürek, kala, bende ve ömür boyu gibi çeşitli cezalara çarptırılmışlardır..." (TBMM arşivi No:5, Zarf 48). İşte cumhuriyet, cumhursuzlaştırılırsa böyle vahşileşiyor.

Ayrıca 28 Şubat sürecinde, “Cumhuriyetin kazanımları ve özellikle laiklik elden gidiyor” naralarıyla üniversitelere başörtülü öğrenci almama, polis zoruyla dışarı atma, kamuda görev yapan başörtülülerin işine son verme, ordu evlerine başörtülü ve sakallı sokmama kuralını işletirken de vahşileşmişti.

İşte “Cumhuriyet” maskesi altında bize bunları yaşattılar. Bundan dolayı “Cumhuriyet” kavramı, Müslümanların hafızasında hep zulmü hatırlatan kekremsi bir kelime olarak yer etmiştir. Bunun unutturulması için, cumhuriyetin, şanına yakışır bir biçimde ve cumhura rağmen değil cumhurla beraber işletilmesi gerekmektedir. Çünkü “Devlet, milletin teşkilatlanmış şeklidir.” Dolayısıyla devlet, milletin inanç değerleriyle çatışmamalıdır.

Cumhurun/milletin iradesinin tecelli etmesi gereken cumhuriyet yönetiminde, maalesef devleti ele geçiren bir avuç zorba, yıllarca bizi inanç değerlerimizden kopararak zulmetmiştir. Biz de, cumhuriyetle yüzleşmemiz gerekirken, kendine yapılan zulümden zevk alan mazoşistler gibi coşkuyla kutlamalar yapıyoruz. Ya da celladına âşık olanlar gibiyiz

Yazımı, Merhum Üstat Necip Fazıl’ın şu veciz sözüyle bitiriyorum: “Dünyada bin yıllık tarihi silinen ve o günü bayram olarak kutlayan başka bir millet yoktur.” Anlayana.