Davasıyla Yaşadı, Duasıyla Göçtü

Senan Kazımoğlu

Bundan 10 yıl önce eğitim almak için Konya’ya geldiğimde, birkaç kişiden başka kimseyi tanımıyordum. Azerbaycan’dan hocam ve sınıf arkadaşlarım olan o kişilerin desteğiyle, nur yüzlü, mübarek bir dedeyle tanıştım. Beni ilk defa görmesine rağmen, bu dede bana hem evini hem de gönlünü ücretsiz olarak açtı. Yetmedi, eğitimim boyunca her yıl düzenli olarak burs bağladı. Nerede, ne zaman ihtiyacım olsa, her zaman karşılıksız olarak yardımıma koştu.

Oğlum dünyaya geldiğinde, her zaman bize çikolatalarla, şekerlerle geldi. Konya’da olduğum süre boyunca, bana ailemden daha yakın bir aile oldu. İlerlemiş yaşına rağmen bana mücadeleden ve davadan geri durmamayı öğretti. Her zaman ona bakar, gıpta ederdim. Gece gündüz demeden hayır işlerine koşar, okuttuğu talebelerin ihtiyaçları için azim ve sebat gösterirdi.

Yüzlerce, belki de binlerce talebeye el uzatmasına rağmen, en büyük imtihanı yine evlatlarından oldu. Kendisi hayattayken iki evladını ahirete yolcu etti. Ne büyük bir acı… Ancak onun Allah’a adanmış bir davası vardı ve o asla yolundan geri duramazdı. Durmadı da... Defalarca rahatsızlık geçirmesine, defalarca ameliyat olmasına rağmen; doktorların “asla kımıldayamaz, araç kullanamaz” demelerine rağmen, o yine mücadelesine, davasına devam etti. Gece gündüz çalışarak, okuttuğu talebelerin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sağa sola koşturdu. Eline üç kuruş geçse bile, onu öğrencilere dağıtırdı.

Günümüzde onun konumunda olan bazı STK başkanları büyük ve rahat evlerde otururken, o neredeyse yarım asırlık evinde sade bir hayat sürmeyi tercih etti. FETÖ olayları ortaya çıkınca, “Talebelerimizi, evlatlarımızı bu şer odaklarının elinden kurtarmamız gerek,” diyerek, başkanı olduğu vakfın tüm maddi gücünü öğrencilere yöneltti. Yetmedi, “Evlatlarımızı kredi bataklığına sokamayız,” diyerek talebelere burs bağladı. Sahibi olduğu ve daha önce Kur’an hizmeti veren binanın atıl kalmasının ardından, “Kiralar bu kadar yüksekken ben o binayı boş durduramam,” diyerek orayı kız öğrencilerin hizmetine sundu.

Bazen, “yabancı” denilerek kimsenin ev vermediği yoksul İslam ülkelerinden gelen öğrenciler için evler açtı; bazen onların paralarını bile hiç almadı. Aldıklarıysa çok cüzî miktarda bir ücretti ki, o fiyat evin ihtiyaçlarını bile karşılamıyordu. Ancak bugüne kadar ona müracaat eden hiçbir öğrenciyi mağdur etmedi.

Daha sonra hocamız hakkında öğrendik ki, Türkiye’de yaptığı bu faaliyetleri Tanzanya ve Kosova’da da yapıyormuş. İşte öyle geniş yürekli birisiydi.

1980 öncesinde hayır işlerine ve talebe yetiştirme faaliyetlerine başlayan hocamız, 12 Eylül darbesinden sonra ağır işkencelere maruz kaldı. Berat ettikten sonra bile, kimse ona iş vermek istemediğinden zor durumda kaldığını ama umutsuz olmadığını söylerdi hep.

Daimî dualarında, “Son nefeste iman” dilerdi. Her zaman hiç eksik etmediği dua şuydu:
“Çok yatırıp çektirme, el ayak düşürtüp de muhtaç etme. Gözlerimizin içine bakarak ‘ölsek de kurtulsak’ dedirtme, bu utancı yaşatma Rabbim.”

Yine sık sık tekrarladığı duası:
“Ruhumuzu abdestli olarak, Kur’an okurken, secdedeyken, Kâbe’deyken al,” diyeydi.

Ne mübarek bir insanmış ki, Allah dualarını kabul etti. Hocamız, Kâbe’de ihramlıyken, tavaf sonrası kuşluk namazı kılmak isterken vefat ettiği haberi geldi.

O insan, Konya’nın tanınmış hocalarından ve manevî büyüklerinden Ali Galip Doğan Hocaefendi’dir.

Allah sana rahmet eylesin Hocam. Sizi hep hayırla yadedeceğiz. Bize yaptığınız hayırları ve öğütlerinizi asla unutmayacağız.

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.