“Değersiz” Bilim

Senan Kazımoğlu

IQ dünya üzerinde zeka seviyesini ölçümünde kullanılan bazı testlerinden çıkan sonucun Türkçesi, zeka katsayı anlamına gelen “intelligence quotient” sözünün kısaltılmasıdır. Dünyanın üzerinde yapılan IQ ölçümlerine göre, tartışmalı olsa da en büyük zeka seviyeli insan, William James Sidis olduğu düşünülüyor. Mukayese için söyleyeyim ki, Einstein’ın IQ seviyesi 160 olarak düşünülürken, Newton ve Tesla’da bu 190’dır. Hakkında konuştuğumuz William James Sidis’te ise bu seviye 260 ile 300 arasında olduğu düşünülüyor.

William James Sidis, 1 Nisan 1898 yılında New York’ta dünyaya geldi. Altı aylıkken konuşmaya başlayan Sidis, 8 yaşında alfabeyi öğrenip, 1.5 yaşına varınca da günlük gazete okuma seviyesine ulaştı. Sidis’in ileri zekalı bir çocuk olduğunu fark eden ailesi, onunla özel olarak ilgilenmeye başladı. Altı yaşındayken lise öğrencisi seviyesine ulaşan Sidis, 8 yaşına varmadan 7 farklı dili rahat konuşuyordu.

Babası, Sidis 9 yaşına gelince, Harvard’a kaydettirmek istese de üniversite ancak, 2 yıl sonra bunu kabul etti. 11 yaşında Harvard üniversitesinde eğitimine başlayan William James Sidis, burada profesörlere bile seminer verecek seviyeye ulaştı. Özellikle de matematik bilgisi çok ilerilerde olan Sidis’i, hocaları geleceğin büyük bir bilim insanı olarak görüyorlardı. 17 Temmuz 1944’te vefat ettiğinde 40 farklı dili bildiği ve kendisine has yeni bir dil oluşturduğu söylenilir. Peki, o zaman bu kadar dahi olan birisi neden Newton, Einstein veya Tesla gibi üretken olmamış ve dünyadan bir iz bırakmadan silip gitmiştir? İsterseniz Sidis’in üniversiteden sonraki hayatına da bir göz atalım.

William James Sidis üniversiteden ayrıldıktan sonra Sosyalist olduğunu açıkladı. Sosyalist örgütler ile birlikte 1919 yılında Boston’da düzenlenen olaylı 1 Mayıs geçit töreninde tutuklanarak 18 ay hapis cezasına çarptırıldı. Fakat, babasının girişimleri sayesinde hapis cezası sanatoryuma yatırılma ile değiştirildi. Burada uslu durmadığı takdirde ailesi onu akıl hastanesine yatırtmakla tehdit etti. Oradan ayrıldığı 1921 yılından itibaren ailesi ve çevresinden uzaklaşarak, her an tutuklanma endişesiyle gözlerden uzak bir hayat geçirmeyi tercih etti. 1944 yılına gelince 46 yaşında babası gibi beyin kanamasından vefat etti.

Bizim bu hikayeden anladığımız şudur, evlatlarımız ne kadar bilgili olur olsun, onlara milli ve manevi değerleri aşılamadığımız sürece bu bilginin onlara da toplumumuza da faydası yoktur. Bilgi elbette iyidir ama mutlaka bu, milli ve manevi değerler ile de süslenmiş olması gerek. Evlatlarımızın sadece bilgi ve bilim yönünü değil, milli ve manevi şuur noktasına da dikkat etmemiz gerekir. Bu değerler sadece okuldan da alınmaz. Milli ve manevi değerler bize ilk ailemizden, daha sonra çevremizden ve okuduğumuz okuldan gelir. O yüzden, özellikler birilerinin çocuklarımızı “Z” kuşağı diye fişlediği bu zamanda, evlatlarımızı milli ve manevi değerlerimizden yoksun bırakmayalım. Yoksa bunun bedelini devlet ve millet olarak çok ağır şekilde öderiz.