Doğal olmayandan kaçmak gerek

Hasan Ukdem

Hintli bir adam suyun içinde zar zor ilerlemeye çalışıyordu. Bu sırada yanına bir akrep yanaştı. Adam akrebi kurtarmak istedi ve parmağını ona doğru uzattı. Fakat akrep adamın bu hamlesinden sonra adamı soktu. Hintli adam bu duruma çok şaşırdı fakat yine de tekrardan parmağını akrebe doğru uzattı. Akrep tekrar adamın parmağını soktu. Bu olayı gören başka bir adam kendisini sürekli sokan bu akrebi kurtarmaktan vazgeçmesi gerektiğini söyledi. Hintli adam buna şu şekilde cevap verdi: “Akreplerin doğasında sokmak vardır. Fakat ben insanım. İnsanın doğasında ise sevmek vardır. Akrebin doğasında sokmak var diye kendi doğamda olan sevmekten mi vazgeçeyim?”

Bu haftaki yazıma bu kısa Hint hikayesi ile başlamamın bir sebebi var. Çağımızın insanları kendi doğasını aşarak yaşamanın büyük çabasıyla boğuşup duruyor. Bunu hayatta, filmlerde, dizilerde ve sosyal medya görsellerinde görüp duruyoruz. Mesela sosyal bir varlık olarak yaratılmış insan, bir tercih olarak yalnız kalmayı özgürlüğün bir gereği olarak görüyor ve yalnızlığı seçiyor. İnsanlar ile arasına mesafe koyuyor, doğa ile arasına mesafe koyuyor, hakikatten uzaklaşarak, sanal bir dünyada yaşamanın gayreti içerisine giriyor.

Bu çaba ne yazık ki sadece insanda görülüyor. Doğadaki diğer canlılar kendilerine verilen görevi, biçilen rolü oynamaya devam ediyor. Hafta sonu yeğenimin misafiri olarak Çayırbağı’ndaydım. Sağ olsunlar birçok hayvanın bulunduğu bir çiftlik evine götürdüler. Tavuklar, hindiler yumurtluyor, bazıları yumurtaların üzerinde civciv çıksın diye yatıyor, bazıları da çıkan civcivleri her türlü tehlikeden korumak için kanatlarının altında korumaya çalışıyorlardı. Aynı hassasiyeti koyunlar kuzularına, keçiler oğlaklarına, inekler buzağılarına, camızlar malaklarına gösteriyordu. Tabi bazı yavru hayvanlar, insanların tercihiyle annelerinden ayrı bir yerde tutuluyordu. Koyun sürülerini otlakta, keçileri bayırlarda, bekçi köpeklerini onların etrafında gördüm, tabi ki başlarında çobanları... Anlaşılacağı üzere doğada her şey yerli yerindeydi. Burada camızlara ayrı bir parantez açmak isterim. Kendilerine ayrılmış bataklık gibi çamurlu bir alanda on on beş camız topluluğu vardı. Kimi çamura tamamen belenmiş kimi yarı çamurlu. Çok yavaş hareket ediyorlar, hatta bazen kıpırtısız görüntüleriyle zamanın durduğu hissini veriyorlardı. Camız yavrularını, yani malakları gördüğüm zaman içimdeki katışıksız duyguların onlara doğru bir sevgi yumağı halinde sarmalandığını hissettim. O kadar güzellerdi ki anlatmanın imkânı yok. İçimden bütün canlıların yavruları güzeldir diye geçirirken yine de karşımda tabii renkleriyle duran bu malaklara birinciliği verdiğimi söyleyebilirim. 

Sonra aracımızı dağ bayır sürerken, mermer çıkarılan bir maden gördüm. Bembeyaz bir şekilde belki milyonlarca yıldır orada yatan mermerler iş makineleriyle çıkarılıyor, kendine özgü bir teknikle kesilerek, büyük büyük kamyonlara yüklenerek, kim bilir nereye doğru yola çıkıyordu. Eski krom madenlerini ve insanlar, işleri bitince öylece bırakıp gittikleri için, maden çıkarılırken kaldıkları virane kulübeleri gördüm. Uçan kuşları, açan çiçekleri, öten böcekleri, meyveye durmuş ağaçları ve birçok başka şeyi içimde duya duya seyrettim. İnsan elinin değdiği pek çok şeyin nasıl bozulduğunu, doğasından ayrıldığını gördüm, içim yandı, üzüldüm. Sevindiğim şey ise doğanın kendi içerisindeki mükemmel işleyişi ve insan dışındaki canlıların doğal davranışlarının güzelliğiydi. Bu yıla özel olarak söyleyeceğim şey ise kuraklıktı. Maalesef toprağa gerektiğinden çok az yağmur düşmüştü. Ekinlere olması gerektiği gibi gür değildi. Kim bilir belki bu da bir ilahi uyarıdır, ama mesaj yerine ulaşmıyor sanki.

Yazımızın başındaki hikayedeki adam gibi doğasına sahip çıkan insanları bulmak zorlaşıyor giderek. Günümüzün en büyük sorunlarından biri olarak bunu görüyorum. Sevgimizi, merhametimizi, ilgi alanlarımızı, tercihlerimizi yeniden doğal bir mecraya yönlendirmemiz gerekiyor. Bazen büyük adamların da çocukça davranması, oyunlar oynaması, koşması eğlenmesi gerekliliği üzerinde de düşünmemiz lazım. Yine hafta sonu gezimden bir örnek vereyim. Çocuklar bir uçurtma almışlar ellerine, havalandırmak için uğraşıp duruyordu. Ama bir türlü başaramıyorlardı. Amcaları aldı uçurtmayı çocukların elinden ve bir saatten fazla uğraşarak altı yüz metrelik bir ipin bitimine kadar havalandırdı o uçurtmayı. Baktım ki hem çocuklar amcaları mutlu olmuş. Tabi olayı baştan sona izleyen ben çevremdekilerin de ilgisini çekti mutluluğu hep birlikte paylaşmışız. Hatta gökte süzülen uçurtma bile mutlu görünüyordu.

Sevgiyle kalın.