Doktoru can çekişen bir hasta

Hasan Ukdem
Dünyaya bakışımız sadece varlıklar üzerinden oluyorsa, insan olma potansiyelimizin en azından yarısını kullanmıyoruz demektir. Bizlere görme kabiliyeti veren Rabbimiz, hissetme ve duyma özellikleri de bahşetmiştir. Günümüz insanı, çok fazla dünyevileşti, sekülarizmin çarkında öğütülen yanlarını bir kazanç gibi görme hatasına ısrarla sarılmaya devam ediyor. Oysa insan mükemmel bir şekilde yaratılmıştır ve çok büyük bir sanatın eseridir. Dolayısıyla hiçbir yanımızı öğütmeden, öğüttürmeden, bütünlüğümüzü koruyup, hayatı idame ettirmeliyiz. 
 
Peyami Safa 20. Asır Avrupa ve Biz adlı kitabında, Sir Edmunt Whitteker’den alıntılayarak şunları yazar: “Fikirlerin sadece ilmi çemberi içinde kaldığımız müddetçe, dünya bize düzgün bir nizam içinde, ebedi kanunlarla idare edilen bir mekanizma gibi görünür. Fakat kâinatın doğumu ve ölümü öyle bir hududa dayanır ki, orada bu tasavvurun değeri kalmaz. Onları anlamak için ilmin bilmediği ve dinin tefsir ettiği bazı gerçeklerin veçhelerini nazarı itibara almak lazım gelir.” (s.40) Evet yaşadığımız hayatı anlamlandırmak için dünyayı ve kendimizi fiziksel olarak çözümlememiz yetmez. İçimize doğru bir yolculuk da yapmamız gerekir. Bu içsel seyahatin rehberi ise vahiy ve onu en güzel tefsir eden Peygamber sözleri, yani hadisler olmalıdır. Bizi en iyi tanıyan, bize şahdamarımızdan daha yakın olan Allah’tır. 
 
Peyami Safa mezkûr kitabında kendisi şöyle devam ediyor: “İlim “sevmek kin beslemekten daha doğrudur” yahut “iyilik zulme tercih edilmelidir” gibi bir değer hükmü vermez. İlim bütün arzularımızı gerçekleştirmenin vasıtalarını yaratır. İyi arzularımızın da kötülerin de. Tabancayı polis de kullanabilir, katil de. Tercih hükümlerini din verir. Yalnız ahlak gibi bu hükümleri vermekle kalmaz, onun imanını da verir; dini ahlakın laik ahlaktan daha temelli ve sağlam olması da bundandır.” (s.41) Burada Üstadın dediği gayet açık, dünyevi bir ahlak da bir kuraldır fakat bağlayıcılığı yoktur ama din kurallarından beslenen bir ahlak imana bağlanır ve hesap günü bunun sorulacağı belirtilir. Bu hükümler ise hiçbir çağda yok sayılamaz. “Ebediliğe ait değerler zaman dışı oldukları için eskimezler. İnsanın mezar önündeki şaşkınlığı devam ettikçe ebedilik özleyişi de sona ermeyecektir.” (s.42) Bu özleyiş bize Âdem atamızdan kalmadır, o cennetten gelip yine oraya döneceğimizi bize gösterdi. Bu dünyaya bakarsak, bir ömür yaşar ve ölüp toprağa karışır gideriz. İlim bize sonrasını anlatamaz. Çünkü ilim, metafizik karşısında cahildir! 
 
Aynı kitaptan okumaya devam ediyoruz. “İnsanlar dağların zirvelerini, denizlerin dalgalarını, büyük nehirleri ve engin okyanusu temaşa etmek için seyahat ederler; fakat en büyük mucize olan kendi kendilerini görmeden geçip giderler.” (s.61) Alemin özeti olan insan kendini tanımadan başka hiçbir şeyi anlamlandıramaz. Bizi bize bırakmayan modern icatlara öylesine esir olduk ki, kendimize dönemiyor, hakikatimize rücu edemiyoruz. “Herkes kendini bilmeye çalışsa ilmin hala karanlıkta kalan taraflarına belki aydınlıklar dolar. Fakat herhalde ahlakın kazancı ilminkinden fazla olur.” (s.62) Elbette ahlakı ilme tercih edelim demiyoruz çünkü ilim de bize sunulan bir imkandır, ancak ahlaksız bir ilme mahkûm olmanın yanlışlığını anlatmaya da mecburuz. İlim de bizim, ahlak da din de... 
 
Varlık sorgulaması her insanda mevcut olan bir şeydir. Bunu çok iyi bilen seküler dünyanın temsilcileri, beyinlerimizi meşgul eden bir teknoloji geliştirerek, kalplerimizi duygunun değil de arzunun merkezi yapma peşinde. Oysa duygu insana dairken, arzu tene dahildir. Gençlik, arzulara en şiddetli maruz kalınan çağ olması hasebiyle bundan fazla etkilenir. İşte bu nedenle çocukluktan itibaren ahlakın çok iyi verilmesi gerekir. Okullarımız ilim öğretirken ahlak da öğretmek zorundadır. Bu okullarda verilemediği için bir boşluk oluşturuyor. Ya ahlaktan uzak bir gençlik doğuyor ya da aşırı ahlak yüklemesi yapılan gençlik meydana geliyor. Bu da toplumun dengesini bozuyor, çatışmalara sebebiyet veriyor. Aşırılığın her türlüsü zararlı olduğundan, bu din de olsa, ahlak da olsa toplumda travmalara yol açıyor. Her şey belli düzen ve disiplin içinde geliştirilmeli ve milli bir nizam kurulmalıdır. Bizi biz yapacak olan cevher yine bizden çıkacaktır. 
 
Yazımızı yine Peyami Safa’nın sözünü ettiğimiz kitabından bir alıntıyla bitirelim; “Batı medeniyetinin bizi nasıl kurtaracağını düşünmeden önce, kendi kendisini nasıl kurtaracağını düşünmeliyiz. Doktoru can çekişen bir hastaya benziyoruz.” (s.65) Daha ne diyebiliriz ki? 
 
Sevgiyle kalın.