DÜNYANIN YUNANİSTAN’LA İMTİHANI…

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Yunanistan yine son haftalarda olduğu gibi bu hafta boyunca da özellikle Avrupa başta olmak üzere dünya ekonomisini etkilemeye, dünyanın başını ağrıtmaya devam ediyor. Yunanistan tabi ki kendi çıkarlarını gözetme adına yanar döner bir politika izleme politikasını sürdürürse, Avrupa ve uluslararası kredi kuruluşları da kalıcı çözüme ulaşmak ve olabildiğince az hasarla Yunanistan krizini bertaraf etmek amacıyla neşter vurmaktan ziyade karşılıklı güç gösterileri ile birbirlerini denemeye devam ederlerse, tabi ki Yunanistan ağırlıklı ekonomi gündemleriyle meşgul olmak zorunda kalırız. Bu sürecin krizvari bir şekle dönüşmesinin yansıması başta Avrupa, ABD  gibi gelişmiş ülkeler olmak üzere gelişmekte olan ülkeleri de birinci derecede etkiliyor. Reel ekonomi (üretim ekonomisi) olarak neredeyse tüm dünyanın büyük oranda birbirlerine bağlandığı ve hele hele finansal ekonomi açısından ortak payda haline geldiği üstelik klavyenin bir kaç tuşuyla birkaç saniye içinde tüm dünya mali pazarlarının olumlu veya olumsuz etkilenebildiği günümüzde, artık Yunanistan sorununun bir an önce çözüme kavuşmasının zamanı geldi de geçiyor bile. AB ülkelerinin içinde bulunduğu stagflasyonist ortamdan kurtulmak ve piyasaları canlandırmak için Draghi tarafından uygulamaya konulan yaklaşık 1.1 trilyon Euroluk parasal genişleme programının, Avrupa ekonomisinde beklenen etkiyi sağlayamadığı görülüyor. AB üyelerinin Almanya, Hollanda gibi ekonomik açıdan sağlam temeller üzerine kurulu önde gelen ülkeleri ile, siyasi ve ticari faaliyetler bakımından ağırlığı fazla Fransa, İngiltere gibi ülkelerin, dünya ekonomisinin büyümesinin %3’e bile ulaşmadığı günümüzde başlarına fazladan bir de Yunanistan sorunuyla uğraşmak zorunda kalmaları Avrupa için hiç hoş bir durum değil. Ancak Avrupa’nın, Yunanistan’ın adeta kimseyi ve tüm uyarıları dikkate almaz türünden davranışlarına maruz kalması en başta kendi suçu, Rüzgar eken fırtına biçer. Avrupa Birliği şimdi, ülkeler arasında ekonomik açıdan önemli gelişmişlik ve kalkınmışlık farkları olduğunu bile bile, tüm ülkeleri aynı havuzda birleştirmesinin, cezasını çekiyor. AB, Yunanistan’ın tüm kaprislerine karşı ancak ekonomilerinde minimum hasar ortaya çıkabilecek şekilde tepki gösterebiliyor. AB ile Yunanistan arasında süren kriz, şayet Yunanistan’ın AB üyeliğinden çıkışıyla sonuçlanacak olursa, bunun arkasının geleceği çok iyi biliniyor. Zaten, ABD’ye karşı dengeyi sağlayıcı bölgesel bir güç olma iddiasıyla kurulan ama ekonomik ve siyasi birliği sağlama yolunda en başta yaptığı, güçlüyü güçsüzle aynı hamurda yoğurmak hatasının cezasını Yunanistan ile ödemeye devam eden Merkel’in AB’sinin, şimdilik başkada çaresi yok gözüküyor. AB’nin dağılması kendi ekonomilerinin daha da gerilemesi yanı sıra Rusya’ya karşı elinin zayıflaması ve tüm bölge ekonomisinin resesyona (daralma) girmesi anlamına geliyor. Çünkü dünyanın ABD, Çin, Japonya ile birlikte en büyük ihracat ve ithalat yapan ekonomik gücü durumunda olan AB’nin ekonomik açıdan krize sürüklenmesi, AB ülkeleri ile ticaret yapan tüm ülke ekonomilerinin de aynı şekilde stagnasyona (durgunluk) girmeleri demektir. Bu nedenle AB’nin bir an önce Yunanistan ile olan pazarlık sürecini anlaşmayla noktalayarak kendi ekonomik ve siyasi gündemine odaklanması gerekiyor, bu zorunluluk kendilerinin olduğu kadar bölge ülkeleri için de hayati bir önem taşıdığı kabul edilmesi gereken bir gerçek.

           

ABD ekonomisiyle ilgili verilerde birkaç haftadan beri fazla bir değişiklik yok, bazı veriler iyi bazı veriler ise beklenin altında bir seyir gösteriyor. Tarım dışı istihdam artışı ve fabrika siparişleri beklentileri karşılamazken Mayıs ayında gelişmeler, FED’in faiz artırımı konusunda acele edilmeyeceğini şeklinde yorumlanırken, Çin ve Japonya ise ekonomilerinde talep yönlü ekonomi politikaları uygulayarak büyüme hızlarını artırmaya çalışıyor.

           

Ülke olarak ise meclis başkanlığı seçiminin artçı şoklarıyla ve koalisyon aritmetiği üzerine yoğunlaşmış durumdayız. Her kafadan ayrı bir ses, hiç birini ayırt etmeden tüm partiler kendi görüşlerin milletin görüşüymüş gibi bir algı oluşturmanın peşinde. Ancak zaman geçiyor, dünya koşarken bizim kısır gündemlerle enerjimizi tüketmemizin acısını er geç yine halk olarak biz çekeceğiz. Ne yapılacaksa hemen yapılsın, ülkemizi ileriye götürecek icraatçı bir koalisyon hükümeti hemen kurulsun, kurulamayacaksa da bir an önce anlaşılsın ve milletin hakemliğine başvurulsun. Hasta bir vücutla yaşamaya çalışmaktansa (zorlama koalisyonlarla ülkeyi yönetmeye çalışmaktansa) ameliyat olup (seçime gidip) sağlıklı bir bünye ile yaşamaya devam etmek en iyisi. Ülke olarak siyasi ve ekonomik krize düşersek bizim AB gibi bir dayanağımızın olmadığının, umarım herkes farkındadır.

 

Soru: Gelişmiş ülkelerin kalkınma süreci her ülke için yol gösterici olur mu? Neden?...

 

 

Sözün Gözü: Kişi kalbi kadar kendidir.