EKMEKARASI EĞİTİM

Musa Mert

Bütün anlamlarıyla “kısır” partisinde, kendini beğenmiş bir bayan komşularına kasıla kasıla şöyle diyor:
- Bizim kızı doktor istedi vermedik. Hakim, savcı istedi vermedik. Mühendis istedi vermedik. Çok affedersiniz, sözüm meclisten dışarı öğretmen istedi ona da vermedik!
Abartılı mı geldi?
Evet, belki, biraz…
 

Fakat pek çok anne babanın, ortaöğretim son sınıfta olan çocuğunun meslek seçimi konusunda “Hiç olmazsa öğretmen olsun(!)” sözlerini şahsen pek çok kez işitmişimdir.
Öğretmenlikten emekli sevgili babamın unutmadığım sözleri arasında şunlar var:
- Köyde en saygın iki insan vardı: İmam ve öğretmen. Köy odalarında iki başköşenin birinde imam diğerinde öğretmen otururdu. Biz içeri girdiğimizde yaşlısı genci herkes ayağa kalkardı. Bu abartılı saygı gösterisi karşısında utanır, genç yaşımıza rağmen özellikle saçı sakalı ağarmış, beli bükülmüş yaşlıların ayağa kalkmalarından dolayı duyduğumuz rahatsızlığı dile getirirdik. Herkesten önce yaşlılar karşı çıkar “Biz yaşça sizden büyük olabiliriz evladım, ama siz yolca bizden büyüksünüz.” derlerdi. Neden böyle oldu peki? Onca saygınlığına rağmen öğretmen ve öğretmenlik –imamlık başka bir yazının konusu- neden bu hâle geldi?
Babamın ayrıca unutmadığım sözleri arasında şunlar da var:
 

- Eskiden öğretmenin durumu iyiydi. Köyde birinin paraya ihtiyacı oldu mu, öğretmene gelir, ondan borç alırdı. Sonraları öğretmen başkalarına muhtaç duruma düştü. Kimi kendini bilmezlerden “Hoca! Kaç paralık adamsın!” türü laflar bile duyar olduk.
E tabi kafası, materyalist kafayla değiş tokuş ettirilmiş bir toplumun bireylerinin değerler ölçeğiyle düşünmesi beklenemez. Yıllarca, öğretmeni ne öldüren ne de onduran bir ücrete mahkûm eden yönetimler de sorumluluğun büyüğünü yüklenmiş oluyorlar. “Öğretmen sınıfta maaş hesabı yapıyor!” diye çığırtkanlık yapanlar –ki bana göre de sınıfta maaş hesabı yapmak çok yanlış- “Yahu bu adamı sınıfa kadar maaş hesabı yapmaya sevk eden nedir?” diye sorma zahmetinde de bulunmalıdırlar.
 

Beş bin lira alsa dahi sineğin yağını hesap edenler olmayacak mı?
Mesele sadece maaş meselesi değil. Öğretmen ya da en azından sonraki nesil öğretmen de sahip olduğu bu değeri; o ağır, vakur, saygın yerini koruyamadı. Okulu da sahiplenemedi, öğrenciyi de… Mardin’de çalışırken öğretmenler odasında bayan bir İngilizce öğretmeninin şu sözlerini hiç unutmadım, unutamayacağım da:
 

- Eğitim Fakültesinde bir Doçent hocamız şöyle derdi: “Öğrenci eşek gibidir: Önüne geçersen ısırır. Arkasına geçersen teper. Çaktırmadan üzerine bineceksin.”(!)
İnsanın kanı donuyor. Daha baştan öğrenciyi bir eşek olarak gören bu sefil anlayış, sinirlerime tavan yaptırıyor hatırladıkça. Söyleyecek söz bulamıyorum sözüm ona eğitim doçentine ve onun yetiştirdiği öğretmene... Güzel örnekler de az değil. Öğrencilik ve öğretmenlik hayatım boyunca pek çok öğretmen tanıdım. Özellikleriyle, güzellikleriyle unutamadığım öğretmenler var. Bu saygıdeğer öğretmenlerden birini, kadrolu olarak ilk görev yerim olan Mardin Merkez Ticaret Lisesi’nde tanıdım. Okulun Coğrafya Öğretmeni olan Diyarbakırlı İbrahim ÖZMEN Beyefendi, stajyerlik dönemimde benim rehber öğretmenim olmuştu. Bunu iftiharla söylüyorum. Neden mi? Bir örnek yeterli sanırım:
 

Rehber öğretmenim olması sebebiyle İbrahim Bey ile aynı gün nöbet tutuyorduk. Bu da Şakin AKGÜNDÜZ Beyefendi’nin yönetimindeki okul idaresinin ferasetiydi. En azından ben öyle yorumluyorum. Bir sabah, her zaman her okulda olduğu gibi askeri düzende sıra olduktan ve sabah merasimini icra ettikten sonra öğrenciler, başlarında nöbetçi öğretmenler olduğu halde tek sıra halinde sınıflarına yollandılar. İbrahim Bey ile bahçe nöbetçisi olduğumuz için ikimiz bahçede kaldık. Geç kalan öğrenciler bizi görünce canlanıyor, derse yetişebilmek için daha hızlı hareket ediyorlardı. En son Rasül göründü okulun bahçe kapısından. Saçlarını yağlamış, kravatı yanda, ceketinin bir omzu aşağıya sarkmış, -tabiri caizse- bir dayı edasıyla geliyor. Rasül; genel olarak okulun en sorunlu ve öğretmenlerin en çok şikâyetçi oldukları öğrencilerin başını çekenlerdendi. Bire bir görüşmelerimizden tanıyordum onu. İyi bir delikanlıydı fakat dışarıya, çözülmesi gereken derin sorunları yüzünden oldukça geçimsiz ve dağınık bir görüntü veriyordu... İkimiz de gülümsedik bu manzara karşısında. İbrahim Bey’e dönüp şöyle dedim:
-İbrahim Hocam, Rasül aslında iyi bir delikanlı. Arkadaşlar onu anlayabilselerdi her şey daha iyi olabilirdi.
 

İbrahim Hoca’nın cevabı muhteşemdi:
-Musa Hocam, bir alet icat edilmeli. Bu alet insanın kanında ne kadar insan sevgisi var ölçebilmeli. Bir de limit koymalı. Limiti aşanları öğretmen yapmalı, diğerlerini göndermeli...
Yazımı, bir başka Eğitim Doçentinin sözünü paylaşarak bitirmek istiyorum; Din Eğitimi Doçenti olan sevgili dostum Muhiddin OKUMUŞLAR Beyefendinin şu sözlerini:
- Küçümsemek için söylemiyorum! Dört tele mızrap vuracak kimseyi seçerken ya da bir taşa şekil verecek kimseyi seçerken özel yetenek sınavı yapılıyor da; bizim çocuklarımız o tellerden o taştan daha mı az değerli ki onları yetiştirecek öğretmeni seçerken özel yetenek sınavı yapılmıyor!
Kim olursanız olun “Ne kadar ekmek o kadar köfte” diyenlerdenseniz; size söyleyecek bir sözüm yok...

Allah ellerin(m)izi bırakmasın.