Emanet & Ehil & İhanet & Sıdk & Zulüm

Hakan Çandır

NİSA SURESİ

“Muhakkak ki Allah EMANETLERİ EHİLLERİNE vermenizi

ve insanlar arasında âdil olarak (herkesin hakkını vererek)hükmetmenizi emreder.

Muhakkak Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Kesinlikle Allah Semi`dir, Basıyr`dir.”

 

Evet; bugünlerde en popüler olan ayet ve hiç şüphesiz ki en çok da ihtiyaç duyduğumuz bir mes’ele’dir; EMANET ve EHİL kavramaları.

 

Lakin kanaatim odur ki, mes’ele’ye iki yönden eksik bakılmaktadır ve bu eksikliğin birinci yönü tamamen bizim kendi nefsimizle alakalıdır. İkincisi ise ehil olan kişide Müslümanlık şartının aranıp aranmayacağıdır ki bu şıkka yazının en sonunda değineceğiz inşallah. Zira yukarıda ki Emanet&Ehil ayetinin hemen sonrasında gelen ayet, bizi en azından DEVLET İDARESİ mevzubahsinde, Müslümanlık şartının aranması yönünde mecbur tutmaktadır.

 

Biz öncelikle mes’ele’nin kendimize dönük kısmına değinelim.

Evet; devlet yöneticileri, özel sektör ya da herhangi bir kurum yöneticisi, herhangi bir göreve birini getireceği zaman ehliyet ve liyakat meselesinde son derece titiz davranmalıdır. Hele ki yaşadığımız son darbe süreciyle bu durum daha da bir önem arz etmiştir. Lakin yine her şey bir yere kadar.

 

Herhangi bir görevin başına getirilecek kişiyi seçecek olan amir de illaki bir yerden sonra tıkanacaktır. Keza görevlendireceği kişiyi ne kadar iyi tanırsa tanısın, ne kadar referans edinirse edinsin, sonuçta zaafla malul olan insanla karşı karşıyadır. Buna binaen ehil seçtiği insan ile ileride sorun yaşayabilir ve bu da karşılaşılması doğal bir neticedir.

 

O sebepledir ki iş yine insanın kendisine düşmektedir.

Yani bir işin ehli olup olmadığını, yine en iyi insanın kendisi bilebilir.

 

Herhangi bir göreve getirilecek kişi, öncelikle kendi iç muhasebesinde, vicdanında şu soruları cevaplaması lazım:

BEN; BU İŞİN EHLİ MİYİM?

ÜSTESİNDEN GELEBİLİR MİYİM?

SORUMLULUĞUNU TAŞIYABİLİR MİYİM?

BENDEN BEKLENENİ KARŞILAYABİLİR MİYİM?

 

Eğer bir insan, yukarıdaki soruları daha da genişleterek kendi iç muhasebesinde gayet samimi bir şekilde cevaplayabilirse, işte o takdirde ancak, işin ehlinin kim olduğu aşikâr olacaktır.

 

Şimdi soruyorum tüm vicdanlara: acaba kaç kişi yukarıdaki soruları vicdanında cevaplayarak, gerçekten işin ehli olup olmadığını test edebilir?

 

Ve kim;

HAYIR; BEN BU İŞİN EHLİ DEĞİLİM;

BU İŞİN ÜSTESİNDEN GELEMEM;

SORUMLULUĞUNU TAŞIYAMAM; samimi itirafında bulunarak, son derece kıyak bir işi/görevi geri çevirebilir?

 

Ve daha da ötesi bu geri çevirmeyi ihtiyaç sahibi iken yapabilir?

Keza bunu yapabilen bir insan, gerçekten SAMİMİ ve ERDEMLİ bir MÜSLÜMAN ŞAHSİYETTİR.

 

Şöyle bir şeyi tahayyül etmeyi deneyelim:

Öyle bir toplumda yaşıyor olalım ki, o toplumun müdavimlerinden önemli bir kesimi, her iş ve görevde bu değişmez ilkeyi gözetiyor olsun. Yani sorumluluğunu üstleneceği görevi öncelikle kendi vicdan muhasebesinde yaparak, neticesinde çıkan olumsuz yanıta rağmen, çok kıyak bir teklifi geri çevirsin!

 

Söyler misiniz lütfen!

Böyle bir toplumda kokuşma, görev aksaması, adaletsizlik, haksızlık ve ZULÜM olur mu?

Tabii ki olmaz.

O halde tam bu noktada ZULMÜN çok yönlü tarifini hatırlayalım.

 

Ne idi ZULÜM:

HERHANGİ BİR ŞEYİ OLMASI GEREKEN YERİNDEN ETMEK...

İLAHİ MAKSADIN DIŞINA ÇIKMAK...

FITRATIN, DOĞAL YAŞAM SÜRECİNİN TERSİNE HAREKET ETMEK...

DAİMİ ve DOĞAL BİR KAYNAĞI OLAN AYDINLIĞIN ÜZERİNİ, ARIZİ OLANLA ÖRTMEYE ÇALIŞMAK...

BU ARIZİ ÇABA SONUCUNDA YAŞAMI KARARTMAK, KARANLIĞA GARK OLMAK...

TÜM BUNLARIN SONUCUNDA YAŞAMI İFSAD ETMEK; TOPLUMU FESADA SÜRÜKLEMEK...

ISLAH ÜZERE KURULU OLAN SÜNNETULLAH’A SAVAŞ AÇMAK...

 

O sebeple bizler de bu SÜNNETULLAH’A uygun hareket ederek, her şeyi yerli yerine koymalı ve her yere/işe/göreve, olmaması gereken kişiyi/ehil olanı getirmeliyiz.

Bunun aksine bir durum ZULÜMDÜR işte.

 

Zulüm aynı zamanda karanlığı temsil eder ki ayetlerde bu anlam çok vurgulanır. Tabi bu yukarıdaki anlamla çelişen bir şey değildir.

 

Şöyle ki, karanlık aydınlığın yokluk halidir. Yani aslında karanlık yoktur, sadece aydınlık vardır. Zira aydınlığın yani ışığın bir kaynağı olmasına karşılık, karanlığın bir kaynağı yoktur. Biri arızi, diğeri daimidir.

 

O sebeple de aydınlık kendini gösterdiği an karanlık yok olmaya mahkûmdur.

 

Tıpkı o meşhur ayette ifadesini bulduğu gibi:

İSRA Suresi

“Ve kul cael hakku ve zehekal batil innel batıle kane zehuka”

Ve yine de ki:

"Değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan yıkılıp gitti;

zaten sahte ve tutarsız olan (kaynağı olmayan, kaynağı olan karşısında)

er geç yıkılıp gitmek zorundadır!"

 

Dolayısıyla biz insanlar öncelikle kendi iç benliğimizde, vicdanımızda, işimizde, görevimizde ve her alanda, kaynağı ilahi olan HAKK’ı yerine getirmek için çaba sarf edersek eğer, o takdirde kaynağı olmayan BÂTIL kendiliğinden yok olup gidecektir ve her işin başına da EHİL insanlar geçecektir.

 

Böylece kimse bir haksızlığa uğramayacağı gibi her şey yerli yerinde olacağı için de ZULÜM meydana gelmeyecektir. O sebepledir ki her şey bizim kendimizde yani iç muhasebemizde başlamaktadır ve bitmektedir.

 

Efendimizin o muhteşem din tarifi de tam bu noktada yerli yerine oturacaktır:

 

“DİN SAMİMİYETTİR” Hz. Muhammed

 

O halede biz, Allah’ın bizden istediği hem Kur’an ayetlerini hem Enfüsi hem de Afakî ayetleri bir bütüncül bir ‘OKUMAYA’ tabi tutarak tüm parçaları birbirine bağlamaya devam edelim.

 

Bu minvalde yukarıda belirtilen ve Müslümanların diline pelesenk olmuş amma velâkin hayatlarına pek de yansımamış ‘HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU’ ayetinin bir öncesine gidelim:

 

İSRA Suresi

“Ve kur rabbi edhilnı müdhale sıdkıv ve ahricnı muhrace sıdkıv

vec´al lı mil ledünke sültanen nesıyra”

 

Ve de ki: "Ey Rabbim, (girişeceğim her işe/gireceğim her yere)

SIDK/doğruluk ve içtenlik üzere girmemi;

(bırakacağım her işten/çıkacağım her yerden)

SIDK/doğruluk ve içtenlik göstererek çıkmamı sağla;

ve bana katından destekleyici bir güç, bir tutamak bahşet!"

Demek ki HAKK’IN ortaya çıkıp BATIL’IN yok olması için öncelikle, yukarıdaki ayet kendi yaşantımızda HAYAT bulmalı imiş. Favorilerim arasında olan bu ayetle ilk tanıştığımda hemen ezberime almış ve her işe giriştiğimde ve özel görüşmelerimde daima tatbik etmişimdir. Gelelim konumuzla alakasına.

 

Hani demiştik ya; ‘EMANETİ EHLİNE VERİNİZ’ ilkesini önce kendi iç muhasebemizde yaparak, olması gereken şeyi yerine getirmekle her türlü ZULMÜN önüne geçebiliriz diye. İşte yukarıda ki SIDK ayeti de tam bununla alakalıdır.

 

Yani bu ayeti hayatımıza tatbik etmekle Rabbimizden şunu istemiş oluyoruz:

 

ALLAH’IM, HER TÜRLÜ GİRİŞECEĞİM İŞİMDE, GÖRÜŞMELERİMDE,

VERECEĞİM KARARLARDA, İŞLERİ NİHAYETE ERDİRDİĞİMDE,

BULUNDUĞUM MEVKİ VE MAKAMLARDAN AYRILDIĞIMDA,

BİLÂ-İSTİSNA HER İŞİMDE BENİ SIDKTAN/DOĞRULUKTAN

SANA OLAN BAĞLILIĞIMDAN, AHDİMDEN AYIRMA...

DURUŞUMU HAKİKAT ÜZERE SABİT KIL...

 

ARTI PARANTEZ/Hemen bağlantılı ayetler >>>

ÂLİ İMRAN Suresi

Essabirine

(Onlar) SABREDENLERDİR/DİRENENLERDİR

(yakmaya mecbur olan ateş karşısında,

Rahmet yağmuru ile iyice ıslanmış olarak yanmaya karşı direnenlerdir.)

 

ves sadikıyne

SADAKETLARİNDE KAİMDİRLER

(her işlerinde bilâ-istisna SIDK ile hareket ederler)

 

vel kânitıne

KÂNİTLERDİR 

(Acziyetinin idrakiyle boyun eğmişlerdir)

(İslam’a KÂNİ olmuşlardır, başka din aramazlar)

(Kanaatlerinin kaynağı İslam’dır)

(Allah’ın verdiklerine kanaat getirirler, mevcutla yetinirler)

(Allah’tan razıdırlar, rızasını umarlar her daim)

(Kunutlarını/Hallerini/Niyazlarını yalnız Rablerine arz ederler)

 

vel münfikıyne

İNFAK EDERLER

(muhtaçlara bağışlayanlardır, karşılıksız verirler)

 

vel müstağfirıne bil eshar

 SEHER VAKTİ (uyanma sürecinde) 

EKSİKLİKLERİNDEN DOLAYI İSTİĞFAR EDENLERDİR.

 

Yukarıda özellikleri sayılan her bir Müslüman Allah’a şu sözleri vermiş oluyor aynı zamanda:

 

Her işimde HAKK’I gözeteceğime;

Rabbimizin bize sunduğu yaşam kurallarına sadık kalacağıma;

Mevcutla yetineceğime; Hırsıma yenik düşmeyeceğime;

Çok geniş imkânlar da sunulsa, eğer o İŞİN EHLİ değilsem kabul etmeyeceğime;

Başkasının hakkı iken, soruları çalıp memur ya da amir olarak her hangi bir görevi üstlenmeyeceğime;

Kişi en yakınım da olsa, şahitlikte ADALETTEN şaşmayacağıma;

Olması gerekeni, yerinden ederek ZULMETMEYECEĞİME; ZALİM olmayacağıma;

 

HAKK’A yönelerek, VECHİMİ HAKİKATE dönerek, arızi olan BÂTIL’I geçersiz kılacağıma;

Karanlıkların NÛR’A dönüşmesi için İlahi kurallara SADIK kalacağıma; ilâ ahir...

 

Ne enteresandır ki sonraki gelen ayet, bütün bu kuralları uygulamanın, TOPLUMSAL HASTALIKLARIN giderilmesi için ne derece EHEMMİYET arz ettiğini vurgulamaktadır.

 

O halde parçaları birleştirerek ‘OKUMA’ faaliyetine devam edelim:

 

İSRA Suresi

“Ve nünezzilü minel kur´ani ma hüve şifaüv

ve rahmetül lil mü´minine ve la yezıdüz zalimıne illa hasara”

“Kurân`dan, iman edenler için ŞİFA ve RAHMET  olan şeyleri inzâl ediyoruz 

(Sağlıklı düşünme bilgileri; Hakikatlerindeki özellikleri hatırlatma) 

 (hakikatinden şuuruna yansıtıyoruz)!

(Bu), ZALİMLERİN ise sadece hüsranını arttırır.

(Hakikate sadık kalmayarak, olması gerekeni uygulamayarak,

her şeyin FITRATINI bozup yerinden ederek zulmedenlerin HÜSRANINI artırır.) 

 

Emanet&Ehil mes’ele’sinin kendi nefsimize dönük birinci boyutunu şöyle anlamlandırabiliriz:

İnsan önce kendi nefsinden başlayarak;

 

  • İŞİN EHLİ OLUP OLMADIĞINI SAMİMİYETLE ORTAYA KOYACAK; (emanet ayeti)
  • EMANET EHLİNE VERİLİNCE, HAK YERİNİ BULMUŞ, BATIL İSE YOK OLMUŞ OLACAK; (hak&batıl ayeti)
  • BÖYLECE OLMASI GEREKENİ UYGULAYARAK ZALİM OLMAYACAK;

HEM KENDİSİNE HEM DE BAŞKASINA ZULMETMEMİŞ OLACAK; (zulüm ayetleri)

  • BÜTÜN BUNLARI YAPARKEN DE, HEM DÜNYANIN AYARTMALARINA HEM DE KENDİ NEFSİNİN AYARTMALARINA KARŞI ACZİYETİNİN FARKINA VARACAK VE HER DAİM ALLAH’TAN DESTEK İSTEYEREK HAKİKATE SADIK KALMIŞ OLACAK; (sıdk ve ledün ayeti)
  • AKSİ DURUMDA İNSANDAN BAŞLAYARAK TÜM TOPLUMA SİRAYET EDEN BİR HASTALIK PAYDAH OLACAKTIR Kİ, BU DA TOPLUMLARIN ÖLÜMÜ DEMEKTİR. (şifa ayeti)

 

Evet; şimdi gelelim Mes’ele’nin ikinci boyutu olan BAM TELİNE yani EHİL’DE MÜSLÜMANLIK ŞARTINA...

 

Bütün bu ‘OKUMALARIN’ neticesinde, ‘EMANETİ EHLİNE VERİNİZ’ ayetinin uygulanması esnasında bu EHİL olan insanda MÜSLÜMAN OLMA ŞARTI arayacak mıyız? Zannedersem birçok insan bu noktayı es geçiyor ya da farkında olmadan atlıyor. Keza Emanet&Ehliyet ayetinin devamındaki ayet, bizi EHİL olanı seçme konusunda adeta yönlendiriyor.

 

Hadi diyelim, bazı iş dallarında ve teknik konularda işi ehline verirken din şartı aramayabiliriz. Velâkin DEVLET İDARESİNE ehil insan seçerken, tâbi olduğumuz inanç sistemi bizleri ister istemez böyle bir şarta mecbur tutuyor adeta. Zira emaneti ehline veriniz ayetinden hemen sonra gelen ve aşağıda zikredeceğimiz ayet bu duruma delildir olabilecek niteliktedir.

NİSA SURESİ

“Ey iman edenler! Allah`a itaat edin, Rasûle itaat edin ve SİZDEN OLAN Ulül Emr`e de 

(Hakikat ve Sünnetullâh bilgisine sahip olarak hüküm verme yetisine sahip olana)...

Bir şey hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde

-şayet Allah`a ve gelecekte yaşanacak sonsuz sürece iman ediyorsanız-

onu Allah`a ve Rasûlüne döndürün...

Bu hem daha hayırlı ve hem de tevil olarak 

(işin aslına, uygunluğuna ulaşma bakımından) daha güzeldir.”

 

 ‘EMANETİ EHLİNE VERİNİZ’ veriniz ayetinin hemen sonrasında gelen ve DEVLET YÖNETİMİNE ilişkin emirler ihdas eden bu ayet, EHİL olan insanların Müslümanlardan olması gerektiğine dair de mesaj içermektedir. Ulül Emr’de istenilen şartlar aynı zamanda, en baştan başlayarak DEVLETİN STRATEJİK YÖNETİMİNDE istihdam edilen tüm kadroda da aranmak durumundadır. Bugünkü Laik sistemde bu işlerin nasıl yönetildiği çok önemli değil; keza bizim bu mes’ele’de vurgumuz, İslami bir yönetimde bu durumun nasıl olması gerektiği hususunadır. Kaldı ki bugünkü iktidar kadrosu muhafazakâr bir yapıya sahiptir ve yönetim biçimleri de kendi iç dinamikleri doğrultusunda işlerlik kazanmaktadır. Lakin buna rağmen zamanla bu işlerliğin, Milletin kadim geleneğine uyumlu yönde evirilmesine de şahit olmaktayız.

Gözden kaçırılmaması gereken diğer bir hususta -ki bugün laikler tarafından Müslümanlara atfedilen suçlamalar bu yöndedir; yani ALNI SECDELİLERİN NE YAPTIKLARINI GÖRDÜK söylemi eşliğinde- toplumda oluşturulmak istenen Müslüman imajına yönelik karalayıcı algılardır. FETÖ’nün çabasıyla oluşturulan bu kötü imaja kendi içimizden de balıklama atlayanlar var maalesef. Üstelik bu birazda pireye kızıp yorgan yakmaya benzemektedir. Her toplumda olduğu gibi Müslüman toplumlarda da çürük elmalar hep olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Bu gibi vakıalarla karşılaşıyoruz diye, işin ehli de olsa her kesimden insanı Devlet Yönetimine doldurmak mı zorundayız?

 

Ne münasebet; bilakis, DEVLET YÖNETİMİNDEKİ önemli yerleri EMANET edeceğimiz şahıslar mutlak manada MÜSLÜMAN olmak zorundadırlar. Bunun aksi bir durum, kendi kadim tarihimizde de birçok misalleri olduğu üzere, kokuşmaya, çürümeye ve HASTALIĞA (İsra Suresi) sebep olacaktır. Bu durumu aynı zamanda Osmanlı’nın yıkılma sürecinde de gözlemlemekteyiz. Osmanlının yıkılış sebeplerinden en önemlilerinin başında gelir; DEVLET YÖNETİMİNE devşirmelerin getirilmesi.

 

Dolayısıyla ‘EMANETİ EHLİNE VERİNİZ’ ayetine, bir mikro manada bir de makro manada bakmamız ve diğer ayetlerle de bağlantısını kurarak okumamız gerekmektedir.

 

Bu konuya GÜNCEL bir misal verecek olursak; bugünkü iktidarın, Ermeni olan Markar Eseyan’ı milletvekili yapmasını ele alabiliriz. Aslında bunda bir anormallik olmadığı gibi son derece de normal ve üstelik olması gerekendir. Keza TBMM hiç bir ayrım gözetmeksizin tüm Milleti temsil etmektedir.

 

Peki, Markar Eseyan bir bakan ya da stratejik bir kurumun başına getirilebilir mi? Asıl soru budur ve İslami yönetimde bunun olamayacağı kanaati hâkimdir bende. Ben bu kanaate tabii ki Kur’an ayetlerine ve Peygamberin uygulamalarına bakarak varıyorum. Vakıf olduğum kadarıyla Hz. Nebi’nin bu yönde bir uygulamasına rastlamadım. Rastlayan varsa beni düzeltebilir.

 

Ayrıca yazının en başına koyduğumuz “EMANETİ EHLİNE VERİNİZ” ayetinin nüzul sebebi tartışmalı bir konudur. Velev ki nüzul sebebi doğru bile olsa, o sebep, DEVLET YÖNETİMİNİN STRATEJİK bir yönüne etki etmemektedir. Oradaki mesele, Kâbe’nin anahtarlarının eski görevlilerinin yetkisinde devam etmesinde bir sakınca görülmemesinden ibarettir. Sonuçta orada bir TEKNİK durum söz konusudur.

 

Kaldı ki, bu mes’ele’nin DEVLET YÖNETİMİNE dair uygulamasında olması gerekeni bize bildiren başka bir ayet çıkar karşımıza ve asıl olması gerekeni bu ayet söyler bize:

 

ENFAL SURESİ

“Ve ma lehüm ella yüazzibehümüllahü ve hüm yesuddune anil mescidil harami

ve ma kanu evliyaeh in evliyaühu illel müttekune ve lakinne ekserahüm la ya´lemun”

 

“Fakat (şimdi), kendileri oranın (gerçek) sahipleri olmadıkları halde saldırmazlık örfü altında bulunan o Mescid-i Haramdan (inananları) alıkoymaları yüzünden

Allahın onları cezalandırmaması için ne gibi bir güvenceleri var ellerinde?

Allaha karşı sorumluluk bilinci içinde olanlardan başkası o evin EVLİYA/VELİ/MÜTEVELLİLERİ olamaz:

ne var ki, onların çoğu bunun farkında değil;”

 

Tam bu noktada ENFAL suresinin iniş ortamını da iyi idrak etmek lazım. İslam’ın ilk on yıllık Mekke döneminde İslami hareket gücünü göstermiş, her türlü zulme başkaldırarak, Allah’ın MUTLAK OTORİTESİNİ ilan etmiş ve tebliğe başlanmıştı.  Müşrik Mekke toplumunu Allah’tan başka ilah olmadığı ve Hz. Muhammed’in O’nun Elçisi olduğuna çağırmış, müşriklerin ve terörünün Müslümanları tehdit etmesi ve İslam’ın Allah tarafından yönlendirilen hareketinin yönü, Medine’de bir İslam Devleti kurulmasına doğru çevrilmişti.

 

İşte bu şartlar içinde yukarıdaki ayet tamamen DEVLET YÖNETİMİNE ve STRATEJİK bir duruma dikkat çekmektedir. Allah ayette bu defa ‘EHİL’ yerine ‘EVLİYA’ kelimesini kullanarak, Kâbe’nin yani YÖNETİM MERKEZİNİN gerçek sahiplerinin, sorumlularının MUTTAKİLER olduğunu açıkça DEKLARE etmektedir.

 

Dolayısıyla buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Nisa suresinin Medeni bir sure olmasına rağmen, “Emaneti Ehline Veriniz” ayetinin sebebi nüzulüne dayanarak Mekki olarak nitelendirilmesi ayrı bir tartışma konusudur. Velev ki öyle de olsa bu ayetin, mes’ele’nin STRATEJİK boyutundan ziyade TEKNİK yönüne dair olduğunu kabul etmek durumundayız. Keza ENFAL suresindeki ayetler, bizde bu kanaatin oluşmasına önemli bir dayanak teşkil ediyor.

 

Kaldı ki, EMANET/EHLİYET/İHANET kavramlarına yönelik, “EY İMAN EDENLER” ile başlayarak Müslümanlara ciddi uyarıların olduğu ENFAL suresinden bir takım ayetler bu kanaatimizi oldukça da güçlendiriyor. Yine bu ayetler de aynı zamanda, emanetin Müslüman olan bir Ehil’e verilmesi gerektiğinin açık birer göstergesidir. Emaneti üstlenen Müslüman’ın ne yapması gerektiğini de özellikle vurgular.

 

ENFAL SURESİ

“Siz ey imana erişenler! Her ne zaman sizi, size hayat verecek bir işe çağırırsa,

Allah'ın ve (dolayısıyla) Elçi'nin bu çağrısına icabet edin;

(HAYAT VEREN İŞ=TOPLUMLARIN BOZULMASINI, ÇÜRÜMESİNİ ve HASTALANMASINA ENGEL OLACAK ve ŞİFASINA, YAŞAMINA ve DEVAMLILIĞINA DAİR HER ŞEY)

 

Ve bilin ki, Allah insanla kalbinin [meyilleri] arasına müdahale etmektedir

ve sonunda O'nun katında bir araya getirileceksiniz.”

(O SEBEPLE KENDİ NEFSİNDE MUHASEBENİ SAMİMİYETLE YAP;

Ve EHİL OLMADIĞIN, HAKKIN OLMAYAN BİR İŞİ TALEP ETME)

 

“Ve kötülük yönündeki öyle bir ayartıya karşı uyanık ve duyarlı olun ki o,

ötekileri dışta tutarak yalnızca hakkı inkâra kalkışanlara musallat olmaz ve bilin ki Allah azapta çok çetindir”

(DÜNYANIN, MAKAM, MEVKİ VE CAZİP TEKLİFLERİN AYARTMALARINA KARŞI TEYAKKUZDA OL; MÜSLÜMANLIĞINA GÜVENME; AKSİ DURUMDA ZALİMLERDEN OLURSUN ve AZAP SANA DA DOKUNUR)

 

“Ve yeryüzünde azınlıkta ve çaresiz olduğunuz;

insanların sizi kapıp götürmesinden korktuğunuz günleri hatırlayın ki,

derken O sizi himaye etti, yardımıyla güç verip destekledi

ve geçiminiz için temiz ve hoş rızıklardan bahşetti size ki sonunda şükredesiniz.”

(KEM KÜM ETME; İÇİNDE BULUNDUĞUN ELVERİŞLİ ŞARTLARA GELMEDEN ÖNCEKİ DURUMUNU HATIRLA; SAMİMİ OL VE İTİRAF ET AHVALİNİ ve HİÇ UNUTMA...)

 

“[O halde,] siz ey imana erişenler, Allah'a ve Elçi'ye karşı HAİNCE davranmayın;

SİZE TEVDİ edilen EMANETE bilerek İHANET etmeyin!”

(O halde ALLAH’A ve ELÇİ’YE HAİNLİK YAPMAYIN!!!

ÜSTELİKTE BUNU EN İYİ BİLENLER OLARAK YAPMAYIN;

YA SORUMLULUĞUNU ALDIĞINIZ EMANETLERİ BİHAKKIN YERİNE GETİRİN;

YA DA BULUNDUĞUNUZ MAKAMI TERK EDİN...)

 

“Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sadece bir sınav ve bir ayartmadır

ve (yine bilin ki,) Allah'tır, katında en büyük ecir bulunan!”

(UNUTMAYIN Kİ, HEM KENDİ İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ ŞARTLAR, MEVKİ ve MAKAMLAR;

HEM DE AYNI HEDEFLERE DOĞRU ÇOLUK ÇOCUĞUNUZLA DA ÇABA GÖSTERDİĞİNİZ

HERBİR ŞEY FİTNE ARACIDIR; ALTIN’IN CÜRÛFUNDAN AYRILMASINA SEBEPTİR;

YANİ DEĞERLİNİN DEĞERSİZDEN AYRIŞMASIDIR)

 

“Siz ey imana erişenler! Eğer Allah'a karşı sorumluluk bilinci içinde olursanız

O size, FURKAN’I yani HAKK’I BÂTIL’DAN ayırmaya yarayan bir ölçü bahşedecek

ve kötü işlerinizi silip örtecek, sizi bağışlayacaktır:

Çünkü Allah, bağış ve cömertliğinde sınır olmayandır.”

(EĞER SİZLER HER İŞİNİZDE MUTTAKİ DAVRANIRSANIZ, FURKAN SAHİBİ OLURSUNUZ;

EMANETİ EHİL OLANA VERİRSENİZ; BİR İŞE EHİL OLMADIĞINIZDA, CAZİP TEKLİFE RAĞMEN REDDEDERSENİZ;

TOPLUMSAL HAYATTA FARKINIZI ORTAYA KOYMUŞ;

VE FARKINDALIĞINIZI EN ULVİ BOYUTA TAŞIMIŞ OLURSUNUZ;)

 

Blog adresim: kaanbilgekutadgu.blogspot.com.tr

https://twitter.com/kaanbilgekutadg

https://www.facebook.com/kaanbilgekutadgu