ERMENEK’İN ANLATTIKLARI…

Hayrettin Atak

Ermenek’teki elim kazanın mağdurlarını gördünüz mü? Babalarını… Annelerini… Eşlerini… Çocuklarını…

Anneleri, babaları, çocukları… Annelerin yüzünde öyle derin çizgiler var ki, o çizgilerde değil bir geçimin, bir coğrafyanın bir yaşamın zorluğu;  asırların yorgunluğu, dünyanın tüm kahırları var sanki…  

Bilir misiniz Torosları? Ben iyi bilirim… “Her insan aşıktır biraz toprağına, ama Ermenek’te toprak aşıktır insanına” demiştim bir zaman. O yüzdendir tüm güzellikleri cömertçe önünüze sermesi…  

Bilir misiniz Torosları? –Şimdi de değiştiğini düşünmüyorum ama- 1997 yılına kadar, ayda 5 TL girmeyen evleri vardı…

Bilir misiniz Torosları? Tavuğunun altındaki iki yumurtayı götürüp bir paket sabunla evine geri dönen Babaları vardı…

Sabah kalktığında çocuğuna yedirebileceği bir şey bulamayan Anneleri…

Okumaktan başka çaresi olmayan çocukları… Eğer cesaret edilebilirse…

Geçişe izin vermeyen yolları… İki dönüm buğday ekemeyeceğiniz tarlaları… Başınızı her çevirdiğinizde karşılaşacağınız taşları…

… Buralarda ölse birinin babası asla yalnız kalmaz ama. Oradaki çocuğun babası öldüğünde “gerçekten” yetim kalır o çocuk… Hayatla karşı karşıyadır ve bu karşılaşmada tamamen yalnızdır artık. 

İnsanları dışarı çıkıp okudular, ticaret yaptılar zenginleştiler ve şimdi iyi, modern binalar yapıyorlar diye, ahırdan bozma ya da garibanlıktan tamir edilemeyen yıkılması an meselesi evlerde yaşayanlar yok mu sanıyorlar…  

O çizgiler boşuna değil yani.  Ve Türkiye’nin hiçbir yerinde çizgiler bu kadar anlamlı değildir… 

Toroslar bir destandır bu ülke tarihinde… Sadece bir doğa harikası fotoğraf olarak bakmamak lazım bu coğrafyaya…

Bakıp ibret almak gerek…  Hayatın zorlukları altında ezilmekten yüzlerinde oluşan derin yarıklara, birde tek varlıkları çocuklarını ekleyen anaların ve babaların yüzlerindeki acılardan ibret almak gerek… 

Özellikle, kendi ordusuna taş, molotof, kurşun atıp, sadece Kürt diye bir aşiret devletinden gelenleri karşılamak için yollara çıkanların, alkış tutanların...

“Devletçi değilim ama bu ordu aynı zamanda Kürtlerin de ordusudur” gerçeğini inkar etmem, edemem…

Sizi bilmem ama ben “bir Kürt olarak” kırıldım bu görüntülere…

“Allah’tan diğer milletler bu zulümleri görmedi.  Yoksa Arapların ana dilini konuşması yasaklanır. Mekke’de ezanı Türkçe okutmaya kalkarlar.  Araplar şapka, Ermeniler fistan, Rumlar simokin, Bulgarlar Takke giymeleri konusunda zorlanır, giymeyenler asılırdı.  Türkçe bilmeyen Papua Yeni Gineliler, mahkemede kendi savunmalarını yapamıyorlar diye olmadık cezalar alırdı. Yunanlılar da aslında Türk oldukları konusunda ikna edilmeye çalışılır. Macarlar Türkçe eğitim için zorlanır…” vs. vs. diyen ben, bu görüntülere kırıldım…

Çünkü biliyoruz ki çok kötü şeyler reva görüldü o bölgeye… Kötü sözlere maruz kaldılar.  Kötü muamelelerle karşılaştılar. Devlet hiç veren olmadı, hem alan isteyen oldu. Karşılığında en doğal hakları gasp edildi. İlk defa biri çıkıp halka hakkını teslim etmek için elini taşın altına koydu. İlk defa elini uzattı. Ama hala o eli geri çevirmekten öte kırmaya çalışanlar var ki çok acı…

Marksist, Leninist zihniyet “sadece Kürt” diye onlara gösterdiği coşkuyu, kendine çok gördü hep… Ruhunun gereğini yaptı biliyoruz… Gittiği bu karanlık yolda aynı sloganları kullanıyor.

 Ama…  

Geçim nedir?

Yatırımsızlık nedir?

Umursanmazlık nedir?

Görülmemezlik nedir?

Parasızlık nedir?

İşsizlik nedir?

İtilmişlik, hor görülmek nedir?

 Gidip Toroslardan öğrensinler…

Bu görüntülerden sonra benim için çözüm süreci bitmiştir.

Devam eden etsin.