Eşyanın Tutsaklığından İnfakla Kurtuluş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

İslam itikadına göre, insanın hayatiyetini sürdürebilmesi için yeraltı ve yerüstü hammadde kaynaklarını yaratan Yüce Allah’tır. Nasıl ki meşru olmayan kazanç yolları, İslam’da haram kılınmışsa, aynı şekilde, meşru olmayan yerlere harcama da haram sayılmıştır. Gerek malı kazanmada ve gerekse onu harcamada helal ve haramı tayin etme yetkisi tamamıyla Allah’a aittir. Hz. Peygamber de Allah’ın helal kıldığını helâl; haram kıldığını haram kılmıştır. Nitekim bir âyette şöyle geçer: “.. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar.” (Araf 7/157).

İslam düşüncesinde emek, kutsaldır. Kur’an’da birçok âyette Allah’ın çizdiği sınırlar (hudûdullah) doğrultusunda, kişinin özel mülkiyete sahip olma hakkı vurgulanır. (Bkz. Bakara 2/179, 275, 282). Bu özel mülkiyet hiçbir zaman insanı, kendisinden ve ortak kaderi paylaştığı toplumundan koparmamalıdır. Aksine, başkasının mülkü ve kölesi olma duygusu, insanı, kendisine ve toplumuna yabancılaştırır.

İslam inancına göre, bir kimsenin, “bu benim malımdır” demesinde bir sakınca yoktur ama “ben malıma aidim” demesi doğru değildir. İslam, mü’minin eşya ile olan ilişkisini kesmez; insanın eşyaya karşı olan aşırı düşkünlüğünü terbiye eder. Böyle bir terbiyeden geçen Müslümanın, artık herhangi bir serveti cebinde taşıması ve avucunda taşıması caizdir. Ama kalbinde taşıması, câiz değildir. Çünkü kalbe servet egemen olduğu zaman, insan onun emrine girer ve hevâsının yönetim ve denetimi altında yürür. Böyle bir kimsenin Allah’la ilişkisi tartışmaya açıktır. Onun için eşyaya egemen olan kimse, manevi özgürlüğünü elde etmiş, eşyanın kendisine egemen olduğu kimse ise tutsaklığa düşmüştür.

İşte İslam, mü’mini infak ameliyle eşyanın tutsağı olmaktan kurtarır. Eşyaya tutsak düşen bir cimrinin Allah yolunda harcaması, çevresindeki yoksul ve çaresizleri düşünmesi mümkün değildir. Git gide onun kalbi katılaşır ve müstekbir niteliğe sahip bir kimse olur. Artık eşya, o kimseyi nefsanî hazların peşinden umutsuzca koştukça koşturur. Gönlü Allah’tan kopuk insanlar ne kadar varlık içerisinde yüzerlerse yüzsünler, açtırlar, doymazlar.

Muhammed Esed’in dediği gibi, “bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: Ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştır.” Açgözlü, eşyaya eşitlenmiş bir mü’minin ya da eşyanın mü’mini olmuş bir cimrinin toplumun zayıf kesimleriyle sahip olduğu servetin bir kısmını paylaşmaları mümkün değildir. Çünkü servet, o insanda bir bağımlılık haline dönüşmüştür. Mala doymaz bir ruh, ilahi bir denetimden çıktığı için kendi kişisel çıkarı adına dünyayı ateşe vermekten bile çekinmez. Bunun için Kur’an hem ruh ve hem de sosyal içerikli toplumsal sağlığı korumak için “infak” gibi bir ameli zorunlu kılmıştır. Allah yolunda sahip olduğumuz malın bir kısmını yine Allah’ın belirlediği kimselerle paylaşmak fiili bir şükürdür. İnancı zayıf insanlar, başkaları için harcamayı bir kayıp olarak değerlendirirler. Onun için Kur’an bu hasta kalpleri: “Siz neyi infak ederseniz, o hemen ardından ona verilir” (Sebe’ 39) buyurmak suretiyle tedavi etmek ister.

İslam, servetin biriktirilerek, belli ellerde dolaşmasına karşıdır. Sermaye, üretime dönüştürülmesi gerekir. Eşyayı biriktirmek bir Protestan ahlakıdır. Böyle bir ahlak ise, kapitalizmi doğurur. Neticede biriken sermaye, dindarları sekülerleştirir. Sekülerleşmiş bir insan, sınır tanımaz bir hırs yarışına girer, artık bu ihtirasın bir sınırı yoktur. Gönlü aç olan kimsenin gözü asla doymaz. İslam’da aslolan, gözün doyurulması değil, kalbin nimeti veren Allah’la doyurulmasıdır. Eğer böyle bir tedavi uygulanmazsa, sınır tanımaz ihtiraslara bürünmüş servet düşkünlüğü, her türlü kötülüklere kaynaklık edebilir. Bu sebeple mü’minler, eşyayı bir araç olmaktan çıkarıp bir gaye haline dönüştürmemelidirler. Kalpler ancak Allah’ı zikirle huzur bulur. Eğer para, makam-mevki, yat-kat ve her türlü şehvete dayalı sevgi, kalpleri istila ederse, kalpler put haneye dönüşebilir. Böylesi bir kalp ise sakimdir, hastadır. Kalp bozulursa bütün azalar bozulur ve Yaratan’a başkaldırır.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, İslami dünya görüşünde eşya, servet, mal-mülk, ihtiyaçları karşıladığı sürece bir anlam ve değer ifade eder. Harcamalar, ihtiyaçlar ötesine geçtiği zaman, insanı, faziletli davranışlardan soyutlar ve felaketlere vasıta olur. Bununla da kalmaz, insanda istiğna, yani Allah’a ihtiyaç hissetmeme, Allah’a rağmen yaşama gibi bir talep oluşturur ki, bunun neticesi, şirk ve küfür bataklığına düşmektir. Çünkü gaye haline getirilen eşya, artık ilahlaştırılmıştır. Bu şirk noktası insanda ebedilik düşüncesini burada, şimdide aramayı kamçılar. Bu tür itikadi sapmaların asıl sebebi, mü’minlerin, Allah’ı, gereği gibi takdir edemeyişlerindendir. İnfaktaki gerileyiş, Rabbim korusun, beraberinde imandaki gerileyişi de getirebilir.