FED HER ŞEY Mİ YOKSA HİÇ BİR ŞEY Mİ?

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

FED’in küresel beklentilere uygun bir şekilde faiz artırım kararını açıklaması, genel olarak belirsizliklerin azalmasını sağlayarak ABD ekonomisinin ve küresel piyasaların rahatlamasına yol açtı. Gelişmekte olan ülke paraları, FED tarafından faiz oranlarının kademeli olarak artırılacağı beklentisi ve güven ortamı havasının estirilmesinden sonra pozitif ayrışarak, dolar karşısında değer kazandı. Ülke paralarının değer kazanması, ceteris paribus, ihracat olanaklarını zorlaştırıp ithalatı kolaylaştırarak dış ticaret ve cari açığı olumsuz etkilese de, ekonomilerin kırılganlıktan kurtarılıp, ileri teknolojiye dayanan ürünlerin fiyat avantajıyla üretilmesiyle bu açmazdan çıkılabilir. R. Nurkse’ye ait olan, iktisat literatüründe “Fakirliğin Kısır Döngüsü” olarak bilinen gelişmekte olan ülkelerin milli gelirin düşük olmasına bağlı olarak yatırımların, tasarrufların, sermaye birikiminin, verimliliğin, üretimin, işsizliğin ve tekrar başa dönülerek milli gelirin düşük olması sonucunu doğuran kabuğu eninde sonunda kırıp, bu açmazdan çıkmayı başarmaları gerekmektedir. İster gelişmiş ister gelişmekte olsun, her ülkenin ekonomisi sağlam temeller üzerine oturtulamamışsa, okyanusta klavuz kaptansız kalmış, en ufak rüzgardan etkilenen ve her türlü saldırıya açık konumda yakalanmış gemi durumuna düşer; dış ülkelerin yaptırımlarını, talimatlarını emre amade uygulamaktan başka herhangi bir pozisyon alması mümkün değildir.

          Başta ABD olmak üzere tüm ülkelerin ekonomilerinin sorunsuz, dikensiz bir gül bahçesi olduğunu kimse iddia edemez. Ekonomi gündemine küresel ve ülkesel bazda bakacak olursak, örneğin ABD ekonomisiyle ilgili günlük, haftalık, aylık, yıllık onlarca veri (işsizlik, enflasyon, büyüme oranları; işsizlik başvuruları, kişisel tüketim harcamaları, tarım dışı istihdam, ikinci el konut satışları, dayanıklı mal siparişleri, Tüketici Güven Endeksi, Reel Kesim Güven Endeksi, İmalat PMI, Hizmetler PMI, PMI Yönetici Endeksi vb.) açıklanıyor. Bunların bazıları olumlu sinyaller verirken bazıları olumsuz sonuçlar doğuracak nitelikte anlamlar içeriyor ve üstelik bu verilerin önemli bir bölümü de oldukça değişken yani bir ay iyi olabilirken sonraki tam tersi bir sonuç çıkabiliyor. Gelişmekte olan ülkeler için ise verilerin açıklanması, güvenilirliği, yapılması gerekenlerin aciliyeti daha bir önem arz ediyor. Bütün bunlar göz önüne alındığında ekonomilerin gelişmiş, gelişmekte veya gelişmemiş olmaları ayrı bir konu; istikrarı bir süreç trendinde yakalayıp ekonomilerin olumsuz verilerinin en az hasarla yönetilerek üstesinden gelebilmek daha ayrı bir konu. Burada sorunların yapısal veya palyatif olması durumu önem kazanıyor. Genellikle gelişmiş ülkelerin sorunları yüzeysel iken diğer ülkelerin yapısal ve çözülmesi için önemli müdahaleleri gerektiriyor. Örneğin Japonya’nın sorunu; ekonominin her türlü alt yapı, üst yapı üzerine sosyo-kültürel alanlardaki yatırımlarını tamamlayıp belli bir kaliteli yaşam düzeyi yakaladıktan sonra, bu noktayı daha yukarı çıkarabilmek veya orada kalabilmek yani pasta yeme çabasıdır. Tabi bu aşamada küresel ekonomideki gelişmelerin sonuçlarını kendi ülkelerinin lehine olacak şekilde dönüştürebilme çabaları Japonya’nın sorununu oluştururken; alt yapı, sağlık, eğitim gibi henüz temel yaşam koşullarının gereklerini bile halkının kullanımına sunamamış gelişmekte olan ülkelerin derdi ise ekmek bulma. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler bir yandan temel yaşam ihtiyaçlarını sağlamak amaçlı yatırımlar yapmasının yanı sıra dünyaya mal satacak düzeyde sanayilerini geliştirmek zorundadır. Küresel arenada kaliteli mal üretip, fiyat rekabetine girişip satmak bir sonuçtur. Bunu başarabilen ülkelerde (ABD, Almanya, Japonya, Güney Kore…),  günümüz koşullarıyla uyumlu uygulamaya dayanan modern bir eğitim programları, AR-GE için ayırdıkları yüksek düzeyde bütçeleri, evrensel kalitede hukuk sistemleri ve sosyal barış ortamlarının varlığı mevcuttur. Değilse hiçbir gelişmiş ülkenin, hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, halkıyla bütünleşmeden, tek yürek olmadan gelişmiş ülke düzeyine gelebilmesi mümkün değildir.

          FED kararları ve sonuçlarının dünya ekonomileri için önemli olmadığını kimse iddia edemez, her ülkenin aynı derecede etkilendiğini de. Olaya ülkemiz açısından bakıldığında FED kararlarından ziyade kendi ekonomik yapımızı sağlamlaştırmanın çok daha önemli olduğu ortaya çıkıyor. Faiz oranlarının yüksek olması yatırım düzeyinin etkileyen etkenlerden birisidir ama tek ve en önemlisi değildir. Yatırım düzeyini ve buna bağlı olarak ülkelerin gelişmişlik düzeyini etkileyen önemli faktörlerden bazıları; asgari ücret düzeyi, faiz oranları ile kurların volatilitesi, istikrarlı ve sürdürülebilir büyüme/kalkınma sürecinin yakalanması, yatırımlarım öz kaynaklarla fonlanması, iş gücü ve yönetici kademesinin niteliğinin yükseklik derecesi, halkın toplumsal konularla ilgili karar verme sürecinde bilinçlenme düzeyi (seçimler, sosyal konularda tercih kalitesinin yüksekliği vb.), siyasi istikrarın oluşması, hukuk sisteminin objektifliği - kapsayıcılığı, siyasi ve toplumsal barışın sağlanması şeklinde sıralanabilir. Söz konusu faktörlerin sağlanmasında verilecek cevaplarımızın çoğu olumlu ise FED faiz kararlarının ekonomimizi etkileme gücü sıfıra yakındır. Değilse yani ekonomimizle ilgili hatta toplumsal sorunlarımızla ilgili temel eksikliklerimizi gideremezsek her FED kararının alınması ve sonraki aşamalarını diken üstünde takip etmeye, ekonomimizin geleceğine olumlu katkı yapmayacak günü kurtarmaya yönelik yüzeysel tepkiler vermeye devam ederiz.

         

          Soru: Kartele dahil firmalar fiyat rekabetine girişirler mi? Neden?...

          Sözün Gözü: Geni bozuk olan eninde sonunda karakterinin gereğini yapar.