İstanbul’un sıradan bir zafer değil, büyük bir azim, inanç ve kararlılıkla gerçekleşen bir fetih destanı olduğunu vurgulayan Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Yeniçağ Tarihçisi Prof. Dr. İsmail Kıvrım, bu ruhun sadece geçmişte kalmadığını, günümüzde de aynı heyecanla yaşatıldığını söyledi.
İstanbul’un zor şartlar altında, büyük bir fetih ruhuyla kazanıldığını belirten Kıvrım, gazetemize özel açıklamalarda bulundu.
‘HER ŞEY PLANLIYDI’
Fatih’in, İstanbul’un fethi için önceden her şeyi planladığını aktaran Kıvrım, “Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethetmeyi önceden planladı. Tahta geçtiği zaman İstanbul için tüm planları hazırdı. İstanbul’u fethetme çalışmaları başkaları tarafından denense de bir türlü nasip olmamıştı. Fatih, çocukluğundan beri bunu kafasına koymuştu. Ortada çok büyük bir inanç var. İstanbul, iki kıtanın birleştiği çok önemli bir yerdir. Aynı zamanda önemli su yollarının üzerinde bulunuyor. Orhan Bey döneminden itibaren Bizans, Osmanlılara tabi hale gelmişti ama Fetret Devri ile birlikte sancılı bir dönem yaşadık. Bizans tekrar dirildi, Osmanlı Devleti’nin yaşamasına engel teşkil ediyordu. Alınması gerekiyordu.” diye aktardı.
‘KENDİ SİLAHIMIZLA KAZANILDI’
İstanbul’un kendi silahlarımızla kazanıldığını ifade eden Kıvrım, “Kendi silahımızı kendimiz yapıyoruz ve sonunda başarılı oluyoruz. Topları Fatih Sultan Mehmet döktürmüştür. Bizans’ın o dönemde surları ve Rum ateşi denilen silahı olmak üzere iki önemli unsuru vardı. Fatih Sultan Mehmet, bunlara karşı tedbirlerini aldı. En zorlandığımız noktalardan biri de denizden olan savunmaydı. Bizans’ın deniz tarafında kalan surları gayet muhkem, haliç tarafındaki surları ise zincirlerle korunuyordu. Bizim donanmamız var ama çok da kuvvetli değildi. Hatta Fatih Sultan Mehmet atını denize sürmüştür. Boğulma tehlikesi geçirdi. Bu surları yıkmak 52 gün sürdü. Ama nihayetinde surların toplarla yıkılması o dönem için büyük bir başarıydı.” şeklinde konuştu.
‘İSTANBUL’U İMPARATORLUĞUN MERKEZİ YAPMAK İSTİYORDU’
İstanbul’daki yağma izninin ikinci günde durdurulduğunu vurgulayan Kıvrım, “Fatih Sultan Mehmet, şehri alan askerlerine üç günlük yağma izni vermiş olmasına rağmen yağma faaliyetlerini zabitler aracılığıyla ikinci günde durdurdu. İstanbul’u kuracağı imparatorluğun merkezi yapmak istiyordu. Bu sebeple, 1204’teki 4’üncü Haçlı Seferi’nden sonra gerilemeye başlamış, kente eski ihtişamını kazandırmayı arzuluyordu. Bu maksatla, fetihten sonra bir kısmının fidyelerini bizzat ödeyerek kent sakinlerini yerlerinde tutmayı denedi. Ayasofya gibi abidevi eserlerin zarar görmemesi için özel önlemler aldı. Bir imparatorluk merkezi oluşturmak için kentin kalabalık bir nüfusla iskan edilmesi gerekiyordu. 2’nci Mehmed, bu amaçla İstanbul’a yerleşmek isteyenlere vergi muafiyeti tanınacağını duyurarak şehre göçü teşvik etti.” ifadelerine yer verdi.
‘KONYA’DAN İSTANBUL’A YERLEŞTİRİLDİ’
Konya dahil birçok şehirden İstanbul’a Türkmen kitlelerin yerleştirildiğinin altını çizen Kıvrım, “Ne var ki nüfusu fetihten önce 40 bine kadar düşmüş olduğu söylenen kent, çok sayıda metruk ve harabe mahalleye sahip sokaklarında vebanın kol gezdiği bir yer haline gelmişti. Gönüllü göçlerin yeterli gelmeyeceğinin anlaşılması üzerine, Foça, Argos, Amasra, Trabzon, Mora, Taşoz ve Semendirek adaları, Midilli, Eğriboz ve Kefe’den Rumlar ve İtalyan Yahudileri İstanbul’a nakledildi. Konya, Aksaray, Larende ve Ereğli’den sürgün yoluyla kaldırılan Türkmen kitleleri şehre yerleştirildi. İkinci Mehmed, yine de hükümranlığı yıllarında İstanbul’un büyük bir dünya şehrine dönüştüğünü göremeyecekti. Bununla birlikte İkinci Bayezid devrinde, bir ticaret ve kültür merkezi olarak gelişen şehir, Kanuni Sultan Süleyman saltanatında dünyanın en büyük kentlerinden biri olacaktır.” dedi.
‘O RUH HİÇ KAYBEDİLMEDİ’
Fetih ruhunun hala devam ettiğini dile getiren Kıvrım, şu sözlerle konuşmasını sonlandırdı; “İstanbul’daki fetih ruhu günümüzde hala devam ediyor. Bunu biz 15 Temmuz’da da gördük. İnsanlar o ruhu kaybetmedi. Mücadeleci, fetih ruhumuz halen devam ediyor. Elbette tarihimizdeki önemli olayları her zaman hatırlamalıyız. Çeşitli etkinlikler yapılıyor, müzeler, filmler var. Gençlerimize bunları aktarmamızda fayda var.”