Gençler yol ayrımında

Ömer Kocabaş

Her sene bu zamanlar ülkemiz gençliği için kritik bir dönemdir. Sınavlar, tercihler, hayata atılma telaşı, cesareti, ürkekliği… Bir yandan alacakları kararın hayatlarını tümden değiştireceğine inanırlar, diğer yandan ise hayat onlara alınan hiçbir kararın sabit sonucu olmadığını, ömür boyu törpüleneceklerini yaşatarak gösterecektir.

Liseler için giriş sınavı yapıldı, tercih süreci devam ediyor. Üniversite sınav sonucu açıklandı, tercih süreci başlayacak. Milyonlarca genç ve ailesi geleceklerini şekillendirme telaşında. Ülkemizdeki eğitim sistemine, üniversitedeki bölümlerin geleceklerine bakılacak olursa şuan da tercih yapacak gençlerin büyük bir kısmı ortalama 4-5 sene sonra kendilerini yeniden bir yol ayrımında bulacaklar. Siyasetçilerimiz her ne kadar üniversiteler iş kapısı değil, her üniversite mezununu devlet işe yerleştirmek zorunda değil dese de bu ülkemizin gerçeğini yansıtmıyor. Veliler çocuklarını mümkün olduğunca okul bittikten sonra kamuda ya da özel sektörde iş garantili bölümlere yönlendirmeye çalıyorlar. Gençler ilk başta romantik takılsa da üniversitenin 3-4. sınıflarında kamuda iş bulmak için şartları zorluyorlar.

Günümüzde mezun olunduktan sonra kamu ya da özel sektörde işi garanti diyebileceğimiz bölüm/ meslek sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmiyor. Gençleri iyi bir şekilde yönlendiremediğimizden potansiyellerini kaybediyoruz. Lafa geldiği zaman genç nüfusumuzla övünüyoruz. Avrupa’nın şöyle önündeyiz gelecek gençlerde falan diye beylik laflar ediyoruz ama uygulamamız yok. Şöyle bir örnek vereyim: Elimizde suyu kıymetli gürül gürül akan bir akarsu kaynağı var. Karşısına geçip vay be nasıl coşkuyla akıyor falan diyoruz ama bu sudan yararlanmıyoruz. Ne bir baraj yapıp enerjisinden, ne de içme, sulama alanında. Gençlerimizin hali aynı böyle. Onları överek, yaşadıkları hayal kırıklıkları eşliğinde yaşlanmalarını bekliyoruz.

Gençlerin büyük bir kısmı mezun oldukları alanların dışında çalıyorlar. İş bulabilenler şanslı. 3-4 harfli market zincirlerinde çalışmak bile kariyer olarak lanse ediliyor. İş dünyası acımasız, mühendisleri asgari ücretle istihdam etmeye çalışıyorlar, sadece yeni mezunları değil tecrübelileri de… Çok uzağa gitmeden kendimden, mezun olduğum iletişim alanından örnek vereceğim. Okulun ilk yılında sınıfın büyük bir kısmı acar gazeteci olmak istiyordu. Son sınıfa gelip mezuniyet telaşı sarınca arkadaşlarımızın büyük bir kısmı alan dışına çıkmak zorunda kaldı. Elbette bir bölümü gazetecilik yapmak istemiyordu, sadece üniversite bitirmek için birazda havalı göründüğünden bu bölümü seçmişti. Lakin gerçekten bu işi yapmak isteyen çok sayıda arkadaşım sektörün şartlarından dolayı çok farklı alanlara savruldu. Geriye dönüp baktığımda mezun olduğumuz alanda iş yapabilen arkadaşımın sayısı çok az. Polis olan arkadaşlarımızın sayısı ise çok fazla. Ne diyelim eğitim sistemi utansın…

İşyerimize yazın çok sayıda iletişim fakültesi öğrencisi staja geliyor. Bir kısmının okuduğu bölümle ilgisi yok, diploma peşinde oldukları belli. Diğer bir kısmı gayret göstermiyor, kısa yoldan bir yerlere gelme derdindeler. Asıl önemli olanlar ise kendini yetiştiren kesim. Donanımlılar, alanlarında gerekli programları biliyorlar. İstihdam şansı bulsalar çok iyi işler çıkaracaklar lakin piyasanın şartları belli. Gelecek kaygısı, ailelerin yönlendirmeleri nedeniyle ince bir çizgi üzerindeler, ya hayallerini gerçekleştirecekler ya da polis-asker olup ömür boyu çok da gönüllü olmadıkları bir işi yapacaklar. Elbette her mezuna alanda iş bulma imkânı yok lakin gençlerin bir bölümün kumaş kalitesini görünce farklı alanlara savrulmalarına da yüreğimiz razı değil. Mesela bu sene Elazığ’da tiyatro yapmaya çalışan bir grup gençle tanıştım. Öyle öğrenci hevesi amatör bir grup değil. 600 kişilik salonu ortalama 20 lira bilet fiyatıyla doldurmayı başaran bir grupla… (Yerimiz daraldı, artık haftaya doğrudan bu arkadaşlardan bahsedelim.) Gençler gerçek manada tiyatrocu olmakla, polis olmak arasında bir ikilem içindeler, yolun sonu onları nereye götürecek göreceğiz.

Hayatın yükü zaten ağır bu dönemde gençlere daha fazla yükleniyoruz. Onların iyiliklerini düşünüyoruz ama daha bu yaşta çöktüklerini fark edemiyoruz bile. Yılın en güzel zamanı, mevsim yazmış falan… Gençlere ağustos böceği örneğini verip, onları hazana alıştırıyoruz…