"Gitmedik ki, Dönelim"

Senan Kazımoğlu

"Gitmedik ki, dönelim", "İnsan düşleri ve hayalleriyle yaşar", "İnanıyoruz, Hatay geri dönüşecek, umutlarımız yeşerecek", "Bütün olumsuzluklara karşı umut, yaşamın bir parçasıdır", "Küçücük bir yıldız bile bir umuttur", "Umut etmek bize yakışır, umulanı vermek Ona", "Bir yerde yaşam varsa, orada umut da vardır", "Her şeyin yok olduğu anda bile bir umut vardır", "Allah bir kapıyı kaparsa, bin kapıyı açar", "Her umut bir duayla çiçeklenir", "Bir umudu olmalı insanın, ilkbahar güneşi gibi", "Kalbinizle yaptığınız her şey size geri dönecek", "Geçmiş karanlık, yarınlar beyaz. Elbet bir gün çiçekler açacak", "Antakya'm seni terk etmeyeceğim", "Zor olan her şeyin sonu güzeldir. Elbet bir gün..." bunlar ve buraya alamadığım bir çok sözler, tahmin ettiğiniz üzere Hatay'da, o büyük felaketten muzdarip olan insanlarımızın çadırlarına yazdıkları yazılardan bazılarıdır. Yazıların tek kelimesine bile dokunmadan olduğu gibi aktardım. Aslında yazıyı 5 ay önce yazacaktım ancak, bu süre zarfında yazmaya ara verdiğim için şimdi yazabildim. İyi de oldu kanaatimce. Yaşadığımız o büyük felaketten geçen 7 aya yakın bir süre geçse de maalesef artık unutulmaya yüz tuttuğunu görüyoruz. Hem felaket ile yüzleşenlerin unutulmaması, hem de Antakyalı Ali ağabeyime verdiğim sözden dolayı bu yazıyı yazmaya karar verdim. Size yaşadıklarımızı en baştan anlatacağım.

31 Mart günü İstanbul Lider Eğitim, Değer Halkaları'nın daveti üzerine Konya Altıngençlik Spor Kulübüyle beraber deprem bölgesine yollandık. Amacımız, depremden etkilenen ve çadır kentlerde yaşamak zorunda kalan çocuklar için etkinlikler düzenlemekti. Bu maksatla, ilk önce Osmaniye'ye gittik. Osmaniye'de bizi, gönüllü hizmet erlerinden olan Muhammed Kurt ağabeyimiz karşıladı. Orada ilk karşılaştığımız, yıkıntılar daha sonra göreceklerimizin habercisiydi sanki. Gördüklerimiz, burada ne büyük bir felaket yaşandığını gözler önüne seriyordu.

Osmaniye Masal Park Çadır Kentindeki etkinliklerimizden sonra Hatay Hassaya yollandık. Hassaya yaklaşınca gördüğümüz enkazlar, buradaki durumun Osmaniye'den bile beter olduğunu hissettiriyordu. Ramazan ayı olduğu için, Hassa'da etkinliklerimizi bitirip, davet üzerine iftara, Kırıkhan'da bulunan depremzede Ahıska Türklerinin mahallesine gittik. Yolda giderken Kırıkhan'ın durumunun Hassa'dan daha kötü olduğunu gördük. Ayakta kalan ev enkazları yaşanan acıyı anlatıyordu. Grup liderimiz olan Azad Hocamızın dediği gibi "insan bu evlerden sağ çıksa da, evin enkazı ve bu evdeki hatıraları onu yakar". İşte bu ruh haliyle geceyi geçireceğimiz Hatay Şehir Stadyum Çadır Kentine doğru yola çıktık. Meğerse bu zamana kadar gördüklerimiz, göreceklerimizin yanında daha hiçbir şeymiş.

Gece karanlık olsa da Antakya'daki felaketin izleri bizi dehşete düşürdü. Karanlık ve kenar mahallelerden geçsek bile burada gördüklerimiz, felaketin ne kadar büyük olduğunu ispatlar nitelikteydi.

Görüntüsü bile bizi dehşete düşüren felaketi yaşayanların yanına, yani çadır kente gece vakti ulaştık. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra çadır kenti dolaşmaya başladık. Gece vakti olmasına rağmen çadırdakilerden birisi bizi kahve içmeye davet etti. Bu kişi, yazının da yazılmasına vesile olan Antakyalı Ali Ökten ağabeydi. Ali ağabey o korkunç felaket gecesinden ailesi ile beraber kurtulabilen az sayıdaki kişilerden. Bize oturduğumuz sandalyelerden birisini gösterip "işte bu benim oğlumun hayatını kurtardı" dedi. Meğerse, eşyalar oğlunun üzerine düşecekken, sandalyenin kenarına takılmış ve böylece oğlu yara almadan kurtulmuş. Ancak, o geceyi anlatırken sanki tekrar-tekrar o acını yaşıyor ve bize de hissettiriyordu. Belki daha sonra anlattıklar üzerine de yazarım ancak, yazını uzatmama adına şimdilik bu konuya girmeyeceğim.

Ertesi gün İstanbul Lider Eğitim, Değer Halkaları'ndan gelen arkadaşlarımız ile birlikte etkinliklerimizi gerçekleştirdik. Oradaki faaliyetlerimizi bitirip Konya'ya geri dönmeden önce Antakya'yı dolaşmaya karar verdik. Yemin ederim hayatımda hiç bu kadar büyük bir yıkım ve felaket ile karşılaşmamıştım. Şehir sağlı sollu enkazlar ile doluydu. Şehirde tek bir bina bile ayakta kalmamış, kalan binalarında neredeyse tamamı enkaz durumundaydı. Yani televizyonlarda gördüğümüz ayakta görünen binaların tamamı enkazdı. Hatta, değil yüksek katlı binalar, tek katlı daireler bile yan yatmış veya yıkılmıştı. Antakya'ya kadar gezdiğimiz gördüğümüz yerlerde az-az da olsa hayat normale dönmüştü. Ancak, burada sadece silahlı asker ve polisler, enkaz kaldıran işçiler, çalışanlara destek olan STK görevlileri ve enkazdan eşyalarını almaya gelen çok az sayıdaki insanlar vardı. Kent resmen hayalet şehre dönmüş enkaz yığınıydı. Son olarak, Habib-i Neccar camisine uğrayıp öyle gidelim dediysek de enkaz yolları kapattığı için bir adım hareket edemedik.

Bu yazıyı yazarken bile o anları tekrar yaşadım. Ben bile bu ruh halindeysem, kim bilir o felaketi gören insanlar 7 ay sonra bile hangi duygular içindeler. Allah bir daha ülkemize ve milletimize böyle felaketler yaşatmasın. Amin.