Gönlümüz bir vatandır hükümdarını bekleyen

İbrahim Çolak

“Çoklukla acımızı nasıl uzatacağımızı biliriz de zevklerimizi nasıl evcillettireceğimizi bilemeyiz.”

Sisin içinde pisti arayan uçak gibi dolanıyorum. Talana uğramış şehirler bağışlıyoruz birbirimize.

Sen yeter ki görmek iste, Allah gösterir!

Üç yüz altmış derece dönerek bahçeyi sulayan fıskiyeye bakıyordum. Güneşin değdiği yerden geçen suyun üzerine gökkuşağı düşüyordu. İşte huzur ve mutluluk, işte sevmek buydu. Beklemek ve “gökkuşağına” şükretmek gerekiyordu. Bakıyordum, gören olmuştum.

Genç kardeşlerimin teşvik ve ısrarı ile çıkardığım ilk kitabım “Demiş miydim?” haricinde elimin altında iki buçuk kitap dosyası daha var. Denemelerim, öykülerim ve Hace’ye Mektuplar. Dosyalar beni bekliyor, ben gayretimi.

X

Yapmadığını –yaşamadığını- anlatan insanı hoş görmüyor dinimiz. Yaptığını –yaşadığını- da ballandıra ballandıra anlatmanın da gösterişe dönük bir yanı var. O zaman ne anlatacağız? Ya da neyi ne kadar anlatmalıyız?

X

Her bildiğimizi ve şahit olduklarımızı anlatmak hevesi bizi geveze, bizi sevimsiz, bizi çirkin kılıyor.

X

Dışarıda, alışveriş ve ödemeler nev’inden epeyce bir işim var. Yürümekte zorlanıyorum. Kendime gülümsüyorum. Daha bir yıl öncesinde beş yüz kilometreyi yürüyen ben değil miydim? Demek ki anın kıymetini bilmek ve şikâyet etmemek gerek. Şimdilik, ağır aksak ve sürüklenir gibi olsa da yürüyebiliyorum. Yürüyemeyebilirim de. İnsan unutuyor. İnsan nankör. İnsan asi.

2005-2006 yıllarında Gülveren’de gazete dağıtıyordum ve dağıtımımın bitmesine yakın- beş saat falan sürüyordu- ara sıra, yirmili yaşlarda genç bir delikanlıya rast geliyordum. Hepimizin hiç düşünmeden ve hatta yok sayarak attığımız bir adımı, o genç insan, bedeninin bütün hatlarını oynatarak zor bela atıyordu. Ona rast geldiğimde başımı daha da önüme eğiyor ve yorgunluğumu dile getirmeye utanıyordum. Gidip o delikanlıyı görmem lazım!

X

Okuduğum kitapta, bir meyve ile kadın teni benzetilmiş. Bu işi ilk kim ve hangi meyve ile başlattı, merak ediyorum?

X

Öksürüğüm devam ediyor ve ayağım topallıyordu.  Karanlık çöktüğünde, artık dayanılmaz olan acımı yerinde görmek için çorabımı çıkardığımda ne görsem iyi: Ayağım su toplamıştı. İşin ilginç yanı, İstanbul’a yürürken, ayaklarım her gün su topluyor, patlıyor ve yeniden su topluyordu da bu kadar acı vermiyordu. Bu arada, son yıllarda, mümkün oldukça yaptığımı yaptım ve bu yaşadığım olaydan da –acıdan- ne çıkarmalıyım diye düşündüm. İlk aklıma gelen gönlümüzde su topluyordu ve bu yürümemizi etkiliyordu. Nedir ki gönlümüz açıkta değildi; yarası, su toplaması, kanaması görünmüyordu.  Görünmesi gerekiyor olsaydı Rabbimiz görünür kılardı gönlümüzü. Demek ki görünmesi gerekmiyor.

(Gönlümüzün yarasını Rabbimiz biliyor ve bunun yanında bilmesi gereken kişi de biliyorsa ne saadet…)

 

Sonra; ardıç kuşu yakalamak için kapan kursak ve sana ardıç ağacı ile ardıç kuşunun birbirine olan mecburiyetini anlatsam.

 Aklıma düştü, birçok adı olan, benim zilimaçi diye bildiğim, diken ucunu rahmetli annem ile toplardık ve bol soğanla kavururdu. Anam yok, zilimaçi’de olmasın!

 

Dedi: Seni seviyorum.

Dedim: Hiç gereği yoktu.

 

Yanlış anlaşılmalara istinaden. Bu ifade, aradan geçen yıllara ve her şeye rağmen teklifsiz sevdiğim bir insanla, birbirimize, özlemle, muhabbetle, şefkatle sesleniş ve “bende seni seviyorum” deme biçimimizdir. Beni okuyor olup olmaması ve hatta yaşıyor olması da önemli değil. Hem nedir ki birbirini hesapsız sevenler için bazen söz bile teferruata da dâhildir.

X

Sabahın sekizinde, bir kafede oturmuş dalgın dalgın çay içiyor, önümdeki sokaktan gelip geçen insan ve arabalara boş gözlerle bakıyordum: Tam önümdeki kaldırıma yanaşan kamyonetin arkasında, kocaman kırmızı harflerle şu yazıyordu: “Rüzgâr özür dilese de, dal kırıldı bir kere.”

Hepimiz kırık dallarız dedim ve gülümsedim.

X

Bazen, bir erkek, köleden başka bir şey değildir aslında. Bunu da en iyi kadınlar bilir.

X

-Tamam, ufaklık ev adresin ne?

-Her yerde ve hiçbir yerde yaşıyorum.

-Düzgün bir adres istiyorum.

-Tamam, Kurtuluş parkındaki yazlık evde kalıyorum.

-Ya sen, senin adresin nedir?

-Seni ilgilendirmez!

-Bir adres almam gerekiyor.

-Onun için ne yazdın?  diye sordu.

-Sabit bir adresi yok” diye cevapladı.

-Pekâlâ, benim içinde aynı şeyleri düşün, bende onun üst katında oturuyorum.

 

X

 

Hepimizin yarası kendine. 

Yazıya, söze, sarılışa ve sevgiye olan inancım giderek zayıflıyor.

İnanmak istedikçe inancımı kaybediyorum.

 

X

Öyle bir yolculuğa çıkmalıyım ki yanımda yalnızca kalbim, düşlerim ve yoksunluk olsun.

X

Hızla kapitalist olduğumuz şuradan belli: Giderek daha çok günah satın alıyoruz.