Günümüze dair notlar…

Ömer İnal

Ahir zamanda yaşıyoruz, hani o Hadis-i Şerif’lerde çokça bahsedilen ahir zamanda… İslam’ı yaşamanın avuçta kor ateşi taşımak kadar zor olduğu bir zamanda, insanlarda bu yönde bir endişeden ziyade kendinden bir eminlik görmek artık pek hayretle karşılanmıyor… Akıbetinden endişe etmeyenin akıbetinden endişe edilir diyoruz lakin en çok da bunu söylerken kendimize güveniyor, hep başkalarının kendine çeki düzen vermesini bekliyoruz…

Çok sancılı bir zamanı yaşıyoruz, Orta Doğu’da, Afrika’da, Asya’da, Balkanlarda ve dünyanın neredeyse tüm noktasındaki Müslüman halklar, ayrı ayrı acılar, çileler çekiyor, Allah diyerek birbirlerini güya HAK uğruna öldürüyorlar… Bir yanda IŞİD, bir yanda Boko Haram, bir yanda El Kaide ve daha bunun gibi nice örnekler… Bunlar belli ülkelerde belli misyonları yerine getirmek için fiili olarak çatışan ve bunu yaparken de dini duyguları istismar eden yapılar…. Güçlü ordusu ve demokratik yapıya sahip ülkelerde ise devlet hiyerarşisinden bağımsız paralel bir yapı marifetiyle yine belli misyonları yerine getirmek isteyen mihraklar… Peki, gelişen tüm bu olayların dini bir görüntü altında oluşuyor olmasını; lokal ve münferit olarak mı değerlendirmeliyiz yoksa planlanmış kurgulanmış bir hedefin parçaları olarak mı?

Her topluluk hak ettiği şekilde yönetilecek ve biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek…

Batıya, ‘’Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’’ diyerek tasvir ettiğimiz zamanki manevi yapımızla şimdiki halimiz ne durumda? Batının çıkmaz sokak olan kokuşmuşluğunu, teknolojisinden daha hızlı transfer ediyoruz…

Belkide en büyük yanlışımız para kazanmaya odaklanmış bir nesil yetiştirmekten geliyor… Daha fazla kazanmak için bütün ilkelerini bir kenara koymuş, kutsal değer tanımayan bir canlıyla tanışmış oluyoruz böylece… Oysa dürüst ve erdemli bir insan olmanın; zengin ve makam, mevki sahibi olmaktan çok daha kıymetli, değerli olduğu bilincini verebilseydik, bugün insanlar bu değerler uğrunda yarışıyor olurdu…

İnsanları o anki bulundukları konumları gereği yargılamamız da yanlış olan tavırlarımız arasında… Hayat her insana aynı imkânı tanımıyor… Zaten dünyadaki bütün insanlar geniş imkânlara sahip olsaydı, makam ya da kariyer sahibi olsaydı kesinlikle çok hakir bir hayatı yaşıyor olurduk… Çünkü herkes bütün ihtiyaçlarını kendi gidermek zorunda kalırdı; markette ekmek olmaz, çöpler toplanmaz, meyveler yetiştirilip ayağımıza gelmez, elektrik, su daha akla dahi gelmeyecek birçok hizmet yapılmazdı yani çok sefil bir hayata mahkûm olurduk… İşte bu yüzden eksiğiyle fazlasıyla bütün insanların hayata kattığı bir değer vardır, yani hayat, bize bahşedilen yeteneklerle ürettiğimiz faydaları paylaşmanın adıdır… O yüzden birbirimizi küçümsemek ve ötekileştirmek yerine, hayatın birbirimizle daha güzel ve daha kolay olacağı düşüncesinden ayrılmadan birbirimize sevgiyle tebessümle sarılmalıyız…

Bir imtihandan geçiyoruz, bize verilen belli bir sürede nasıl bir kulluk sergileyeceğimize dair bir imtihan… Bu dünyada bize verilecek olan dünyalık bir nimet bizim makbul olduğumuz anlamına gelmediği gibi ahirette aleyhimize de olabilir… Zaten bu dünyada neyi çok istersek o bizim imtihanımız olabilir, o yüzden neyi ısrarla istediğimize dikkat edeceğiz ve bizim şer gördüğümüzde bir Hayr, Hayr gördüğümüzde bir şer olabilir diyeceğiz… Tedbirimizi alıp, takdiri Allah’a bırakacağız…

Yeise kapılmayacağız lakin şeytanın bizi Allah’ın affıyla kandırmasına da izin vermeyeceğiz… Havf ve Reca (ümit ve korku) arasında olacak, umduğumuza kavuşmayı ve korktuğumuzdan emin olmayı dileyeceğiz…

Rıza-i İlahiye Mazhar olmak duasıyla, Selametle…