Hafız İsmail (59)

Osman Uzunkaya

                Çağla köyünün ileri gelenleri; yeşil boyalı, çatısı saç kaplı caminin küçük avlusunda oturmuş sohbet ediyorlardı. İçlerinden yaşlı olanı elindeki bastonu yere vurarak; “Daha bekleyecek miyiz?” Diye gürledi. Yanında oturan ve sık aralıklarla sakalını sıvazlayarak tespih çeken diğeri ona; “Sabırlı ol Tahsin ağa, gelmesi an meselesi.” Diye cevap verdi. Sohbet devam ederken köy muhtarı kara Mustafa oturduğu yerden kalkıp; “İşte geliyor.” Diye bağırdı. Oradakiler yanlarında beliren; ince yapılı, orta boylu ve buğday benizli delikanlıyı dikkatlice süzdüler. Muhtar kara Mustafa ilk defa gördüğü bu gence; “hoş geldin! Dedi. Ardından da; “Sen hafız İsmail olmalısın.” Diye ilave etti. Hafız İsmail; “Evet, ben İsmail” Diyerek gülümsedi. Köylüler, hafız İsmail’e “hoş geldin!” Demek için sıraya girdi. Hafız İsmail, köylülerle tokalaştıktan sonra kendisine gösterilen yere oturdu. Cebinden çıkardığı pusulayı; “Sarraf Kadir ağabey’in size selamı var.” Diyerek muhtar kara Mustafa’ya uzattı. Kara Mustafa pusulayı herkesin duyacağı bir sesle okumaya başladı. Pusulada şunlar yazıyordu; “Sevgili muhtarım, gelen hafız çocuk okutmada çok mahirdir. Sesi güzel imamlığı iyidir. Cenaze defin işlerini ve iğne yapmasını bilir. Yardım sever, marifetli bir kardeşimizdir.  Onunla anlaşmanız sizin menfaatinize olacaktır. Baki selamlar.”Diye yazıyordu. Köylülerin pusulayı can kulağıyla dinlemeleri, hafız İsmail için yazılanlardan etkilendiklerini gösteriyordu. Pusulayı; “Ve aleykümselam.”Diyerek cebine koyan muhtar kara Mustafa içinden, şimdi aradığımız imamı bulduk diye geçirdi. Sonra da derin bir düşünceye daldı. Herkesin yaka silktiği ve köylüye, “İllallah” Dedirten eski imam aklına gelmişti. Bütün bir yaz o imam müsveddesiyle mücadele etmişlerdi. Onunla defalarca konuşmuş ancak bir sonuç alamamıştı. Son kez görevine son verildiğini kendisine ilettiğinde,  o cevaben; “Önümüzdeki senenin hakkını da verin, öyle gideyim.”  Demişti. Bu olacak şey değildi. Bu imam görev yapmadığı senenin bedelini talep ediyordu. Bu ne cüret,  nasıl bir insaniyetti. Böyle zorbalık olur muydu? Gitmem! Diye tutturan bu adamı göndermenin bir yolu olmalıydı. Köyün ileri gelenleri imam denen adamla konuşmuşlar, ancak bir netice alamamışlardı. Sağda solda; “Halep ordaysa arşın burada, hadi sıkıysa göndersinler bakalım.” Diye tehditler savuruyor tek başına bütün köye kafa tutuyordu. Bu haytaya bir ders verme zamanı geldi diyen muhtar kara Mustafa; biri kendi oğlu olmak üzere dört delikanlıyla anlaştı. Gençler caminin kapısının önüne içinde sopaların bulunduğu bez torbayı koyarak içeri girdiler. Yaptıkları plana göre, imam dışarı çıkar çıkmaz bir güzel pataklayacaklardı. Cemaate hiç gelmeyen bu gençlerin kendisine kumpas kurduğundan şüphelenen imam; namazdan hemen sonra belindeki tabancayı çıkararak üzerlerine doğrulttu ve onları okutacakmış gibi diz çöktürdü.  Ardından da; “Her biriniz birer dua okuyup, beş dakika arayla buradan çıkıp gideceksiniz. Yoksa karışmam.” Diye bağırdı. İmamın bu tavrı muhtarın gözünü korkutmuştu. Ertesi gün şehre giderek çok sevdiği sarraf Kadir’e durumu anlatan muhtar kara Mustafa, ondan yardım talep etti. Daha sonra konu jandarmaya intikal ettirilmiş, böylece imam olacak adamın köyle ilişiği kesilmişti.

                Yaşananları ne köylüler ne de muhtar kara Mustafa unutmuştu. Onun için bu işi;” ince eleyip sık dokumak” gerekirdi. Arada sarraf Kadir’in olması büyük bir güvenceydi. Namaz vakti gelince muhtar kara Mustafa hafız İsmail’in kulağına eğilerek; “ Buyurun namaza geçelim hafız efendi. “Dedi. Yanık sesiyle ezan okumaya başlayan hafız İsmail, çoktan köylünün olurunu almış, gönüllerini fethetmiş gibiydi.     (devam edecek)

                Kalın sağlıcakla.