HER ALANDA ESNEK POLİTİKALAR

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Ülkeler, sürpriz bir şekilde Trump’ın başkan seçilmesiyle sonuçlanan ABD seçim şokundan yavaş yavaş çıkmaya başladıklarının ve normal bir şekilde, ekonomi gündemlerine dönme sinyalleri vermeye başladılar. Yellen’in Salı günü senatoda, Bankacılık Komitesine hitaben yaptığı konuşma, ABD ekonomisiyle ilgili yaptığı açıklamalardan ziyade, “ekonominin yönetiminde FED’in de önemli bir payı var, önemli aktörlerindendir” anlamına gelmesi ve Trump’ın ekonomi politikalarını yüksek perdeden eleştirerek, adeta FED üzerinden mesaj vermesi bakımından önem taşımaktadır. 2016 yılı Aralık ayında yapılan FED toplantısı sonrasında, 2017 yılı için üç defa faiz artırımına gidilebileceğini ve gerekli faiz artırım politikalarının devreye konulmasında geç kalınması halinde belirsizliğin artmasına bağlı olarak resesyona yakalanabileceğini öne süren J. Yellen’in, komitede bu görüşlerini güçlendiren ABD ekonomisiyle ilgili verilerin üzerinde yoğun bir şekilde durması, tüm dünyaya özellikle de gelişmekte olan ülkelere verilen adeta öncü uyarı sinyalidir. 

Tam da bu noktada J. Yellen’in Aralık toplantısında hedef olarak işaret ettiği, üç defa faiz artırımını destekleyen ABD ve önemli ülke ekonomileriyle ilgili gelişmelere kısaca bir göz atalım. Trump’ın ekonomide önemli etkiler doğuracak boyutta vergi politikasında değişikliklere gitme konusundaki kararlılığının geleceğe yönelik beklentileri olumlu açıdan tetiklemesi, Trump’ın Abe ile yapılan görüşme sonunda ortaya çıkacağı beklenen “kur savaşı” gibi tüm ekonomileri etkileyecek gelişmelerin şimdilik uzakta olduğunun anlaşılması, finans piyasasında faaliyet gösteren firmaların karlarının yüksek seyretmesinin borsaları yükseltmesi, ABD perakende satışların, istihdam, enflasyon ve ÜFE ile ilgili verilerin olumlu anlamda beklentileri fazlasıyla karşılaması ve kalıcı bir biçimde yükseleceğine dair güçlü sinyallerin gelmesi, Çin ekonomisinin Ocak ayı enflasyon oranın beklenen tahmini değerlerden fazla gerçekleşmesinin ekonominin canlanması yönünde algılanmasına yol açarak diğer ülke ekonomilerini de hızlandıracak sonuçlar ortaya çıkaracağı algısını güçlendirmesi, Japonya da özel tüketim harcamalarında ciddi düzeyde bir değişme olmamasına rağmen yatırımların artarak büyüme ve ihracatı desteklemesi gibi, olumlu faktörler sayılabilir. Bunun yanı sıra OPEC tarafından önceki anlaşmalar gereği günlük petrol arzını belli bir miktarda tutması fiyatların belli bir noktanın altına düşmesini engellerken, ABD’deki petrol stok verilerinin artması ise ters yönlü bir etki meydana getirerek, petrol fiyatlarının istikrarsız bir görünüm arz etmesine neden olmaktadır. Petrol ve türevleri, başta üretim süreci olmak üzere sanayi ve imalat sanayinin önemli bir maliyet unsurunu meydana getirdiğinden, olumlu veya olumsuz olmak kaydıyla ciddi sonuçlar doğuran çarpan etkileri vardır. Şu anda ise, petrol arzının küresel ölçekte istikrara kavuşacak trendi bir türlü yakalayamaması, dünya pazarlarında malların fiyatlandırılmasını da zorlaştırmaktadır. Bu duruma ek olarak, özelde Euro Bölgesinin büyüme oranının %1,7 gibi beklenenin altında gerçekleşerek aşağıya doğru yeniden düzeltilmesi, genel bir bakışla ECB tarafından yıllardır süren önce 60 milyar euro olan sonra 80 milyar euroya çıkarılan, Nisan ayından sonra en azından 2017 yılı sonuna kadar tekrar 60 milyar euroya düşürülecek olan aylık varlık alım programlarına rağmen, AB ekonomisinin bir türlü büyüme sürecine yakalayamaması, dünya ekonomisinin büyümesindeki ve istikrara kavuşmasındaki en önemli engeli oluşturmaktadır. Durum böyle olunca Federal Açık Piyasa Komitesi tarafından 14-15 Mart, 2-3 Mayıs, 13-14 Haziran, 25-26 Temmuz, 19-20 Eylül, 31 Ekim-1 Kasım, 12-13 Aralık şeklinde toplanacağı açıklanan geri kalan yedi FED toplantısının her birinin öncesi ve sonrasıyla, global ekonomiyi yine diken üstünde tutmaya devam edeceği anlaşılmaktadır. 

Dünyanın en büyük ekonomik, siyasi ve askeri gücüne sahip ABD’nin başında Trump gibi birinin olması, AB ekonomisine aktarılan büyük miktarda parasal sonuçlar doğuracak enjeksiyonlara rağmen kalıcı bir büyüme patikasına bir türlü ulaşamaması, dünyanın fabrikası konumundaki Çin’in ekonomi modelini göreceli olarak daha içe dönük politikaya dönüştürmesine bağlı olarak birkaç yıl öncesindeki gibi kendisiyle özdeşleşen %10’luk büyüme oranından %6’lara düşmesi, terör örgütlerinin ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkeler tarafından kısa süreli çıkarları uğruna açıkça desteklenerek uluslararası boyut kazanması, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ise yapısal sorunların üzerine orta ve uzun vadede kalıcı çözümler elde etmeye dönük politikaları uygulamaya koymak yerine, kısa dönemli ve popülist çıkarlar sağlayacak politikalar peşinde koşmaları ve bu uygulamalarında halk tarafından pirim görerek oy şeklinde geri dönmesi gibi realitelerin varlığı düşünüldüğünde, küresel ve ülkemiz ekonomisinin istikrara kavuşacağını beklemek hayalden öteye gitmeyecektir. Yapılması gereken toplumun desteğini arkasına alan ve değişen koşullara uyum sağlayabilecek, alternatif ve gelişmelere göre kısa sürede tepki verebilecek nitelikte politikaları şimdiden planlamaktır.  

    Soru: Kurun düşmesi her zaman ihracatı azaltır mı? Neden?  

Sözün Gözü: Ömür dediğin nedir ki gülüm, son nefesten başka.