HUKUK(SUZLUĞ)A KARŞI HUKUK

Prof. Dr. Önder Kutlu

Geçtiğimiz günlerde, İstanbul’da görülmekte olan ‘paralel’ örgütle ilgili davada çok ilginç gelişmeler yaşandı. Asliye Ceza Mahkemesi yetkili olmadığı halde, davayla ilgili karar verdi. Ama yetkisiz mahkemenin verdiği tahliye kararlarını İnfaz Savcısı uygulamadı.  Akabinde HSYK 2. Dairesi ilgili mahkeme heyeti üyelerini açığa alarak, haklarında işlem başlattı.

Bunlar son derece ibretlik hadiseler. Yargıda olmaması gereken atraksiyonlar. Defalarca ifade ettik; yasama ve yürütme organları hata yapabilirler; bilerek ya da bilmeden yanlış kararlar verebilirler. Bu olağan bir şey. İnsanın olduğu, yetkinin kullanıldığı her yerde bu türden olaylarla karşılaşma ihtimalimiz bulunuyor.

Ancak, anlaşılamayan, makul olmayan şey yargının bu duruma düşmesi. Yargı erki çok hassas; adalet terazisi çok keskin. Anayasanın ve yasaların açık hükümlerine rağmen karar verme şansları bulunmuyor. Vermeleri halinde meşruiyetlerinin yitirirler; varlık sebepleri de ortadan kalkar.

Mevzuyu Anayasa Mahkemesi Başkanımız çok sarih bir şekilde ortaya koydu. Mahkemenin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada hâkimlerin ‘güdümlü’, ‘uzaktan kumandalı’ olamayacaklarını ifade etti. Konuşmayı satırı satırına okudum. Özgürlük vurgusu dolu, ama hak ve adaletin tesisini hedefleyen, entelektüel seviyesi çok yüksek bir konuşmaydı. Salondan yoğun biçimde alkış aldı.

Ben de alkışladım. Zira Türkiye’de yüksek yargının en tepesinde bulunan bir isim, siyasi mülahazaları bir kenara bırakarak hak ve adalet adına topluma ve özellikle devlet görevlilerine bir takım ilkeleri hatırlatıyor.

Bilim tarafgirliği kabul etmez. Hak ve adalet taraf tutmaya cevaz vermez. Yargı da aynı şekilde tarafsızlığı gerektirir. Hele adaletsizliği savunmak için taraf olanlar, hak ve hukuk kelimelerini terennüm ederek, topluma karşı haksızlığı savunanların bu dünyada da öteki dünyada da yerleri yok.

İşin en ilginç yanı, bütün bunların tüm toplumun gözü önünde cereyan edebilmesi. Siz nasıl tevessül edebilirsiniz bu açık hukuksuzluğa? Ne cesaret?

Muhtemelen emir ‘yüksek’ yerden geliyor. ‘Kâinat imamı’ talimat yağdırıyor. ‘Kamikaze dalışı’ yapanlar da ‘adanmış ruhlar’. Gönül isterdi ki adanma hakka ve hukuka olsun. ‘Bir kavme olan nefretiniz sizi onlara karşı adaletsiz davranmaya sevk etmesin’ mesajını nasıl da kolay unutuyorlar?

Hukuk fakültelerinde örnek olarak okutulabilecek bir süreçten geçiyoruz. Birileri de çıkıyor; ‘evet hukuka aykırılık var, ama ortada bir mahkeme kararı var. Ne pahasına olursa olsun uygulamalıydı’ diyebiliyorlar. Bunu aklım ve vicdanım almıyor.

Orta çağ Engizisyon mahkemeleri de aynı mantıkla işletilmişti. Yassıada Mahkemelerince verilen kararlar da aynı yaklaşımla değerlendirilmişti. İngilizlerin bir sözü var: ‘Adaletin yerine gelmesi yeterli değildir; yerine geldiğinin görülmesi de gerekir.’ Toplum vicdanında kabul görmeyen, sağduyulu insanların ‘hak yerini buldu’ demedikleri kararlar hep tartışmaya açıktır.

Hele bir de ‘şeklen sakat’ ve ‘açıkça batıl’ hükmünde olan kararlar söz konusu olduğunda mesele daha tartışmasız hale geliyor.

Nasreddin Hocamızın bodrumda kaybettiği anahtarını ‘aydınlık’ diye bahçede araması gibi bir şey. Velev ki haklı bile olsa, yanlış kişi, doğru karar veremez.

Bir defa evrensel hukuk ilkelerinden ‘doğal yargıç’ ilkesine aykırı. Yani, ‘bir fiil işlendiği zaman hangi mahkeme tarafından görülmesi gerekiyorsa, o mahkeme tarafından değerlendirilmesi’ gerektiğini söyleyen ilkedir. Kişiye özel mahkeme, mahkemeye özel suç tesis edilemez. O nedenle Yassıada Mahkemeleri mutlak butlanla maluldür. Karar doğru değil, ama doğru bile olsaydı hukuksuzdu. Zira özel bir mahkeme kurulmuş, üyeleri ‘birileri’ tarafından özel olarak görevlendirilmişti.

İstanbul’da olup, biten de aynı şekilde. Yetkisiz bir mahkeme olaya el koyma acullüğü içinde. Yangından mal kaçırırcasına, alelacele karar verme derdinde.

Nitekim olaya gene yargı el koydu. HSYK hemen müfettiş görevlendirmek suretiyle olayı inceleme kararı aldı. Bundan sonra benzer girişimlerin görülmemesi için gerekli bir adım atıldı. Müfettişlerin kararı doğrultusunda 2. Daire kararını verecek. Böylece hukuksuzluğun ‘yol haline’ getirilmesi engellenecek.

Nazi iktidarı dönemindeki Almanya’daki hukuksuzluklara mahkemeler belli ölçüde engel olabilmişlerdi de Alman halkı: ‘Berlin’de hâkimler var; gider orada hakkımızı ararız’ diyebilmişlerdi.

Çok şükür bizler de AYM Başkanına bakarak, HSYK üyelerine bakarak: ‘Ankara’da hâkimler var; hukuksuzluğa el koyuyorlar’ diyerek rahatlayabiliriz.

Su aka aka yolunu buluyor. Hukuksuzluk, hak ve adalet bilinci içinde hareket eden yargıçlar eliyle durdurulabiliyor.

Şimdiki hedefimiz, İstanbul’da da hukuksuzluk teşebbüsünün olmaması. Başka şehirlerde de tekerrür etmemesi. Geçtiğimiz yıllarda görülen garabetin, hukuksuzlukların önünün kesilmesi.

O günler de gelecek inşallah.