Hz. Mevlânâ’yı Folklorik Bir Kişiliğe Hapsetmenin Tehlikesi

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Şehrimizin yöneticilerine yıllardır içimde büyüttüğüm bir projeyi defalarca arz ettim. Ne yazık ki bu ses, kimi zaman kalabalıklar içinde kaybolan bir çağrı gibi duyulmadı, karşılık bulmadı. Oysa Konya gibi, Hz. Mevlânâ’nın nefesiyle yoğrulmuş bir şehirde, bu proje sadece bir fikir değil, bir imkân; sadece bir teklif değil, bir geleceğin kapısıdır. Konya’mızda iki büyük İlahiyat Fakültesi var. Bu fakülteler, sessiz bir dua gibi dünyanın dört bir yanından gelen öğrencileri bağrında taşıyor. Altmıştan fazla ülkeden gelen bu gençler, sadece bilgi öğrenmek için değil, Hikmet’in merkezinde yetişmek için şehrimize akıyorlar. Her biri TÖMER’den geçerek Türkçe öğrenmiş; seslerinde Afrika’nın sıcak nefesi, Balkanların hüzünlü melodisi, Asya’nın kadim bilgeliği, Arap dünyasının asaletli dili var. Adeta insanlığın bütün lisanları bu şehirde bir araya gelmiş durumda.

Benim yıllardır dile getirdiğim öneri çok basitti ama bir o kadar da büyüktü:
“Ey şehrin emanetini omuzlarında taşıyanlar! Gelin, bu gençlere Hz. Mevlânâ’nın eserlerini okutalım. Onları hızlandırılmış eğitim programlarına alalım. Bir yarışma düzenleyelim. Mevlânâ’nın İslamî düşüncesini, ilahi aşkını, insanı insan yapan hikmetini en güzel şekilde ifade edenleri seçelim.”

Düşünsenize…

Şeb-i Arûs haftasında bu gençleri şehrin en görünür yerlerine; müzelere, meydanlara, otellere, tarihi mekânlara yerleştirelim. Onlar, kendi ana dillerinde dünyanın dört bir yanından gelen turistlere rehberlik etsinler. Hem şehrimizi, hem gönüller sultanı Mevlânâ’yı doğru bir dille anlatsınlar. Yanlış anlaşılmış tasavvuf algılarını düzeltelim, batılılaştırılmış bir Mevlânâ değil; Kur’an ve sünnetle yoğrulmuş hakiki Mevlânâ tanıtılsın.

Bu sadece bir tanıtım faaliyeti değildir.

Bu, gönüller arası bir köprüdür.

Bu, şehre rahmet indirten bir hizmettir, bu, tebliğin en estetik, en incelikli, en nezih hâlidir. Belki bir kelime, bir gülümseme, bir öğrencinin yabancı dile döktüğü bir Mesnevî beyti, nice gönüllerde ilk ışığı yakacak; nice arayış içindeki insan için hidayetin kapısını aralayacaktır. Kim bilir, belki bu şehirden dünyanın dört bir yanına Mevlânâ’nın hakikati yeniden dalga dalga yayılacaktır.

Bu yıl olmadı diyelim. Varsın olsun…

Ama gelin, artık bu fikri bir kenara bırakmayalım.

Bugünden tezi yok planlayalım, programımıza alalım.

Seneye Şeb-i Arûs’a hazırlanırken bu projeyi hayata geçirelim.

Çünkü bu proje bir şehir politikasından öte; bir gönül seferberliğidir. Hz. Mevlânâ’nın huzuruna yüzümüz ak, kalbimiz dolu çıkmak istiyorsak, onun mesajını dünyaya en doğru şekilde ulaştırmakla işe başlayalım. Konya buna layık, Mevlânâ buna layık, bu öğrenciler buna hazır. Yeter ki biz de bu çağrıyı duyalım.

Bir diğer mesele de şudur ki: Şeb-i Arûs törenlerinde Hz. Mevlânâ’nın gerçek mirasını taşıyan, onun inancını ruhunda yoğurmuş, düşüncesini yaşam tarzına dönüştürmüş insanlar konuşsun, ses versin. Mevlânâ’yı ona gerçekten benzeyen dudaklardan, kalbi onunla atmış yüreklerden dinleyelim. Çünkü o, sadece kelimelerle anlatılacak bir sanat figürü değil; yaşamış, yaşamıyla öğretmiş bir İslam bilginidir.

Ne acıdır ki, yıllardır süregelen bu törenlerde Mevlânâ, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde seküler bir kişilik olarak tanıtılıyor. Sanki o, sadece şiirin ateşinde yoğrulmuş bir şairmiş gibi… Sanki aşkı, ilahî aşktan değil de romantik bir duygusallıktan ibaretmiş gibi… Sanki Mesnevî, bir hikâyeler toplamıymış da Kur’an’ın derin bir tefsiri değilmiş gibi… Oysa Mevlânâ, bir müzik adamı değildir; müzik onun gönül ikliminde sadece bir kapıdır. Bir folklor figürü değildir; semâ onun manevi yükselişinin dıştaki aksidir. Bir kültür adamı değildir; kültür onun hakikate yürürken geçtiği duraklardır. Ama özünde, her şeyden önce ve her şeyden daha çok bir İslam âlimidir, bir müfessirdir, bir muhaddistir, bir mütekellimdir, bir mutasavvıftır, bir ahlak adamıdır, tek kelime ile Allah’a yakınlığın yolunu gösteren bir mürşittir.

Yapmayın, etmeyin…

Mevlânâ’yı köklerinden koparmayın. Onu inancından, Kur’an’a bağlılığından, Peygamber sevgisinden uzak göstermeyin. Onu sadece bir sanat objesine, bir turistik değere dönüştürmeyin.

Mevlânâ’yı doğru bir şekilde tanıtalım ki; gönüller onun hakikat nuruyla aydınlansın.

Mevlânâ’yı doğru anlatalım ki; insanlar onun hikmetini sadece izlemekle kalmasın, hayatlarına taşısın.

Mevlânâ’yı kendi inanç bütünlüğüyle anlatalım ki; dünyanın dört bir yanındaki arayış sahipleri sahici bir rehberle tanışsın.

Bilsinler ki o, semânın dönen figüründe değil; semanın arkasındaki tefekkürde gizlidir.

Bilsinler ki o, şiirin kelimelerinde değil; kelimelerin açtığı kapılarda saklıdır.

Bilsinler ki o, sadece bir kültür mirası değil; bir iman mirası, bir irfan sancağıdır, bir İslam ocağıdır.

Geliniz, bu yıl Mevlânâ’yı hakikatiyle anlatalım, gönüllerimizi onun ışığıyla arındıralım.

Kur’an’ın nuruyla çarpan o yüce gönlünün üzerine hiçbir gölge düşürmeyelim. Onu sadece gözlerin seyrettiği bir isim değil, kalplerin ilahî mesajına yönelerek feyiz aldığı bir rehber olarak sunalım insanlığa. Çünkü Mevlânâ’yı gerçek kimliğiyle tanıtmak, onu yeniden ve sahici bir şekilde anlamak; hem ona duyduğumuz hürmetin en samimi ifadesidir, hem de hakikati arayan yorgun yüreklere sunacağımız en kıymetli hediyedir.

Velhâsıl, geliniz bu topraklara emanet edilmiş gönüller sultanını hakikatin pınarından tanıyalım ve tanıtalım; öyle ki Şeb-i Arûs, yalnız bir anma gecesi olmasın, insanlığın gönüllerine rahmet ve diriliş ışığını taşıyan bir kapı olsun.