İlla edep

Hakan Bahçeci
Edeb bir taç imiş, Nur-i Hüda'dan.
Giy ol tacı, emin ol her beladan…
 
            Belediye otobüsü… “Bir zamanlar yolda yürümek bu kadar zor değildi azizim” dedi aksakallı ihtiyar bey amca. Neden yolda yürümek zor olsun ki? Ben bu soruyu kendi kendime sorup cevaplamaya çalışırken sanki sorumu duymuş gibi diğer amca cevap verdi: “Hürmet kalmadı azizim, ondandır.”
 
            Otobüsten indim, herkesin bir yerlerde yetişmesi gereken bir işi var. Koşuşturan, telaşla yürüyen, bağıran çağıran onca insan… Durup dinlemeye, anlamaya, hissetmeye vaktimiz de yok mecalimiz de. Hayatı, özüne ve hakikatine ermeye çalışarak demlemeye, ağır yaşamaya daha çok ihtiyacımız yok mu?
 
Yürümeye başladım,  kaldırım oldukça geniş ama insanlar dar… Karşımdan bir grup genç geliyor,  kaldırımı kapatmış durumdalar. Kimisi telefonuna bakıyor kimisi kulaklığından gelen sese ritim tutuyor. Aralarından geçmek mümkün ama bizde, bir gurubun tam ortasına dalmak uygun görülmez. Kenara çekiliyorum, vitrine yapıştım neredeyse. Geçip gittiler diyorum, döner dönmez gözü telefonunda başı önünde başka bir genç olanca hızıyla çarpıyor bana. İrkiliyorum, sendeliyorum. Kimin hatalı olduğuna bakmadan “İyi misin” manasında gence bakıyorum. Gencin tepkisi; “Önüne baksana dayı…” Ne diyeyim?  “Pardon Yeğen” diyorum.
 
Birbirimize olan hürmetimiz, saygımız henüz kaybolup gitmedi aramızdan. Lakin muhkem ve sağlam olduğu da söylenemez. İşimizden evimize, sokağımızdan caddemize, yaşlımızdan gencimize saygı denen o muhteşem değeri silmek üzereyiz el birliğiyle.
 
Tahammül sınırlarımız zayıfladığı, hoşgörünün başka bir boyuta taşındığı, özür dilemenin acizlik, hakkı savunmanın had bildirmek olarak algılandığı bir çağı yaşıyoruz. Konuşmak yerine itham etmek, çözmek yerine düğüm atmak daha kabul edilir oldu nedense?
 
Oturup iki kelam edemiyoruz. Patlamaya hazır bombalarımız var ceplerimizde. Paketlemiş cümlelerle savunuyor, hazır halde bekleyen kelimelerle saldırıyoruz. Muhabbet edebilmek diye bir güzellik vardı bir zamanlar bir yerlerde.
 
Saygı duymak, insana insan olduğu için değer vermenin ilk yollarından biridir. Sevmek bile içsel ve kişisel bir tercih olarak görülebilir ama saygı göstermek hemen tüm toplumlarda bir gereklilik ve yazıya dökülmemiş bir insanlık yasası gibidir.
 
Ne oldu da saygı duymayı, hürmet göstermeyi acizlik ve hafif bir şey olarak görmeye başladık? Saygı göstermek, saygılı olmak esasen insanın kendine karşı duruşu ile ilgili değil midir? Kendimiz bizzat “fert” olarak en azından “varlığıma” saygı duyulmasını arzu ediyor ve bekliyorsam, saygı duymayı da biliyorum demektir.
 
 Saygı, hürmet dediğimiz kıymetler edep dediğimiz o büyük hazinenin bir şubesidir. Bu milletin sahip olduğu en mühim değerlerden biri “edep” olsa gerek… Yukarıdaki beyit meseleyi özetlemiş halde. Asıl olan edep tacını giymek için vereceğimiz çabadır.