İran’ın kaç yüzü var?

Prof. Dr. Önder Kutlu

İran, iddialarının aksine, ne ABD düşmanı ne de İsrail. 1979 Devriminden beri sistematik biçimde seslendirdikleri bu düşman algısı tamamen bir aldatmacadan ibaret. Sözleriyle fiilleri hiçbir zaman tutarlı değil.

Söylem düzeyinde ABD ‘büyük’, İsrail ‘küçük’ şeytan iken uygulamada bu ülkelerle asla karşı karşıya gelmeden, tahayyül edilmiş bir algı üzerinden düşman üretiyorlar.

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinden rahatsız oldular. Yanı başlarına kan ve gözyaşı getiren büyük şeytan gidince bu ülkenin istikrara kavuşma ihtimalinden hoşlanmıyorlar. Sebebi Afganistan’ın kendi güdümlerine girme ihtimalinin bulunmaması.

Dünyanın çeşitli bölgelerinde destekledikleri kesimlerin niyetleri de problemli. Yemen, Lübnan, Irak, Suriye, Ermenistan, Balkanlar vs. hep aynı yanlış tercihlerin ve ideallerin yansıması.

Afganistan’da iktidara gelen Taliban ile Dağlık Karabağ’ın hürriyetine kavuşması bu ülkeyi oldukça rahatsız etti. Bölgede Türkiye’nin artan nüfuzu karşısında çaresiz kaldıklarını düşünüyorlar. Hele de geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Pakistan, Azerbaycan ve Türkiye’nin askeri tatbikatı bunları iyice çileden çıkarttı.

Tam bir yıl önce hürriyetine kavuşturulan Dağlık Karabağ savaşında Ermenilerin kabul etmek zorunda kaldığı Zenzegur Koridoru İran’ı fena halde kızdırıyor. Söz konusu kara ve demiryolu hattı Batı Azerbaycan ile Nahçıvan’ı, dolayısıyla Türkiye’yi birbirine bağlayacak. Bundan korkuyorlar.

İran, klasik Acem kıskançlık ve entrikasından bir türlü vazgeçmiyor. Yüzümüze karşı ayrı, arkamızdan ayrı konuşmakla kalmıyor, icraatı bambaşka biçimde gerçekleştiriyorlar.

Oysa Türkiye en fazla ihtiyaç duydukları dönemlerde bu ülkeye hep can suyu oldu; hem de kayıtsız şartsız destek olunacak bir ülke olmadığı halde.

Azerbaycan konusunda ateşle oynuyor; Tahran nüfusunun % 40 Azerbaycan Türkü. Kuzey İran, yani İran Azerbaycan’ı olarak isimlendirilen bölge tam bir Türk yurdu. Ermenistan’la ilişkileri bu kadar abartmaları ülke içinde başlarına iş açma potansiyeli taşıyor.

Bir kez olsun güvenemiyoruz bu ülkeye. Şia taassubu, tarihsel düşmanlık ve kıskançlıkları ile birleşen takiyye yapma alışkanlıkları bu toplumu son derece tehlikeli bir mekanizma haline getiriyor.

Rusya ve Çin’e göz kırpmaları, Ermenistan üzerinden Fransa ve ABD ile yakınlaşma gayretleri menfaatleri uzlaşan bu kesimlerin Türkiye ve müttefiklerini tedirgin etme niyetine dönük adımlar.

Geçen yılki savaş boyunca Ermenilere olmadık askeri desteği verdiler. Mühimmat ve istihbarat sağladılar. Ermeniler için casusluk yaptılar; Azerbaycan askerlerinin pusuya düşürülmesi için ellerinden geleni arkalarına bırakmadılar. Aynısını PKK-YPG için de yapıyorlar. En iyi bildikleri şey, arkadan vurmak.

Kullandıkları din temelli retorik hiçbir zaman gerçeğe yansımadı. Her defasında Müslümanların karşısında olanların safında yer aldılar.

Biliyorum; Türkiye’de ciddi bir İran-sevici kesim var. İran’ın terörist tavırlarına destek sağlıyorlar. İyi niyetle, ‘İran realitesi ile nasıl ilişki kurulmalıdır’, sorusunu soranları kastetmiyorum. O, olması gereken şey. Ancak, Esed’le görüşerek destek verenler ya da 1979 sempatisinden kaynaklanan sebeplerle yanlışlarına laf etmeyenler sıkıntılı.

İstisnasız, bölgesel her konuda Türkiye karşısında yer alan bir ülkeye nasıl güvenebilirsiniz?

Düşman olup, ilişkileri kesmeyelim, fakat Çin, Rusya veya ABD ile hangi mantıkla münasebet tesis ediyorsak, bunlarla da aynısını yapalım. Ne eksik ne de fazla.

Bel bağlayıp, kayıtsız-şartsız destek verdiğinizde hep hayal kırıklığına uğruyorsunuz: Merhum Kıvırcık Ali’nin ‘Isırgan Otu’ misali.

İran böyle. Ne zaman ki, sert çıkış yaptınız, o zaman geri adım atar. ‘Lastik top’ gibi, vurdukça geri gelir. Düşmanlığı bile mertçe değil.

Türkiye kadim siyasetini sürdürmeli, yüzyıllardır ortaya koyduğu tavrı devam ettirmeli. Asıl imtihan bu ülkenin ve vatandaşlarının.

Enerjimizi sömüren bu ülkeye karşı bildiğimiz yoldan devam edelim.