İSLAMCILAR VE DEVLET

Murat Güçlü

Devlet, tarih boyunca hakkında konuşulmuş, fikirler üretilmiş, varlığına ve gerekliliğine dair mantıki açıklamalar yapılmaya çalışılmış bir kurum. Son zamanlarda hem yazılı ve görsel medyada hem de sosyal medyada gündeme getirilen ve tartışılan konulardan biri de islamcıların devletçiliği, daha doğrusu dün devleti eleştiren islamcıların bugün devletperest bir hal almaları. Peki bu gerçekten öyle mi? Islamcılar bugün gerçekten devletperest mi, dahası dün devlet karşıtı mıydılar? Ayrıca islamcılar dendiği zaman bunun içine kimler giriyor.

Türkiye'nin iktisadi ve siyasi göstergeleri son yıllarda hep iyiyi gösteriyor. Hepimiz bunu konuşuyoruz, ülkenin ne kadar geliştiğinden dem vuruyoruz. Haklı bir gurur da yaşıyoruz. Buna karşı ülkede entelektüel manada büyük bir gerileme mevcut. Entelektüel alanda, genel olarak tüm kesimlerin özelde islamcıların ilerleme sağlayamaması bir yana gerileme içinde olmaları bugün çok hissedilmese de gelecek açısından endişe verici. Entelektüel gerileme hakkında başka bir yazı kaleme almak gerekir. Burada konumuz gereği bir girizgâh olarak bu meseleye değindim, çünkü işin temeli zihinde meydana gelen tasavvur. Bu tasavvuru hangi felsefi düşünceler ve zihni çabalar oluşturmuştur. 

Öncelikle devletin varlığı üzerinde durulmalı. Devletin mevcudiyetinin tespiti sonrası temel soruları sorabiliriz. Devlete neden gerek vardır? Devlet gerekli ise devletin anlamı nedir? Devleti kim yönetmeli, nasıl yönetmeli? Devlet ne yapmalıdır, ne yapmamalıdır? Siyaset felsefesinin alanına giren bu sorulara verilen cevaplar büyük bir külliyat oluşturmaktadır. Hem Doğuda hem Batıda büyük düşünürler bu konu hakkında kafa yormuşlardır.  Bu düşünürlerin büyük kısmı devletin olması gerektiği hususunda fikir beyan etmişlerdir. Muhalif düşünürler devletin gereksiz olduğu ve kalkması gerektiğini belirtmiş olsalar da hepsi pratik hayatta devletin bulunduğu kabulü ile devletin nasıl örgütlenmesi, ne şekilde idare edilmesi, neler yapması gerektiği konusunda görüşler ortaya koymuşlardır. 

İslam tarihi incelendiğinde büyük düşünürlerimiz ve müçtehidlerimizin de devlet hakkındaki fikirleri zengin bir külliyat oluşturmuştur. İslam dünyasının devlet konusunda özel bir yeri vardır. Şöyle ki, Hz. Peygamberin peygamber sıfatının yanında bir devlet başkanı ve toplum lideri olması baştan itibaren bizzat Hz. Peygamberin uygulaması ile bir devlet ve buna ruh veren bir devlet felsefesi oluşturulmuştur. Yeni bir toplum inşa eden Efendimiz, Hicret sonrasında da ilk İslam toplumunun devleti olan Medine şehir devletinin başına geçmiştir. Vefatına kadar da Medine'de bulunmuş ve devleti bizzat kendisi yönetmiştir.  Hz. Peygamber bizzat devlet başkanı olarak devleti yönetmiş, savaşlara katılmış. barış anlaşmaları yapmış, yetkililer atamış, kurallar koymuş ve benzeri devlet yönetimi ile ilgili hem tavsiyelerde hem de fiili uygulamalarda bulunmuştur. İslam devlet felsefesinin oluşmasında da bu dönem ve uygulamalar esas alınmıştır.

Hz. Peygamberin vefatından sonra uygulamaya çalıştığı devlet felsefesinden sapmalar meydana gelmiş, bugün İslamın emri olarak düşünülen veya islâmın gerektirdiği kabul edilen birçok kurum daha sonraki dönemde oluşmuştur. İslam'ın hızlı fetihleri ve Bizans ve Sasani gibi kadim medeniyetlerle ilişkisi, bugün Ortadoğu olarak isimlendirdiğimiz coğrafyanın özel konumu, insanın güce ve yönetmeye olan zaafları bunların sebepleri arasında sayılabilir.

Islâm'ın Hz peygamberin vefatından sonraki gelişimi ve değişimi, uzun asırların tarihi birikimi yok sayılarak anlaşılamaz. Yine  İslam'ı doğduğu zaman dilimi ve bulunduğu coğrafyadan bağımsız olarak düşünmek bugünü anlamamızı zorlaştırır. Hem peygamber uygulaması hem de peygamber sonrası bozulma ve sapmalar bugünkü devlet düşüncemizi ve devlete dair zihni tasavvurumuzun oluşturmaktadır.

Diğer taraftan tüm dünya Batı'nın yaşadığı Modernleşmeden kendini muaf tutamamıştır. Batı'nın  modernleşme sonrası ulaştığı seviye hem hayran olunan ve ulaşılması gereken bir yer olarak kabul edilmiş (gönüllü modernleşme çabaları) hem de Batı'nın büyük askeri gücü ve sonu gelmez sömürme, işgal etme, sahip olma hırslarına karşı güçlerinin yetmemesi neticesinde baskıyla Batıya benzemeye çalışılmıştır ( zorla modernleşme).

İşe önce devletten ne anlamamız gerektiğinden başlamamız gerekiyor. Bugün devlet deyince zihnimizde canlanan ve yaşadığımız çağda meşru kabul edilen ve bu modernleşme sonucunda evrilerek bugüne gelen modern devlet var. Bu devletin meşruiyeti ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı düşüncesinden doğmakta. Bunun için de bir ulusunuzun olması gerekir, eğer ulusunuz yoksa bir ulus oluşturarak işe başlarsınız. Bu modern ulus devlet yanında tarihi arkaplanımızda yer alan başka bir devlet tasavvurumuz daha var. Bugün devletin varlığı ve anlamı konusunda kafa karışılığının temellerinden birini işte bu birbirinden farklı devlet tasavvurları oluşturmaktadır.