Müslüman Öznenin İnşası: Birlik İçin İlk Adım
İçinden geçtiğmiz zaman, tarihin sadece aktığı değil; yeniden kurulduğu, mefhumların da yerinden oynadığı bir zaman… Böyle bir dönemde Ankara'da Konya STK'larınca düzenlenen “İslâm Birliği ve Türkiye’nin Geleceği” temalı Ufuk Turu programı, benim için bir toplantı olmanın ötesinde; hem zihnimi hem sorumluluk duygumu yeniden harekete geçiren bir muhasebe imkânı sundu.
Uzun yıllardır İslâm birliği hakkında konuşurken, başlangıç noktamızı yanlış yere koyduğumuzu fark ettim. İslam birliği kavramını biz direk tepeden başlatıyorduk. Mevcut yapıdaki devletler ile İslam birliği nasıl olacak diye hep düşündük. Bu düşünce bazen bizi olumsuzluğa da sevk ediyordu. Bu program aslında buradan başlamanın yanlış olduğunu, İslam birliğinin başka başka işlerden başlanması gerektiği hakikati üzerine kuruldu adeta. Program boyunca idrak ettim ki, başlangıç noktamız yanlış olunca, bütün çıkarımlarımız da kaçınılmaz olarak yanlış oluyor, gerçeğe bir türlü varamıyoruz.. İslâm birliği dediğimiz şey, devletlerarası bir üst mekanizma kurmak değildir; önce Müslüman öznenin iç dünyasının birliğidir. Varlığın kendi düzeninden koparılarak siyasî bir mühendislik nesnesine dönüştürüldüğünde ortaya çıkan şey birlik olmaz; olsa olsa “idari koordinasyon” olur. Bu ise İttihad-ı İslâm değildir.
Bu çağda İslam ülkeleri bu kadar dağınıkken ve birlikte hareket etmiyorlarken, bir Gazze meselesi bile İslam ülkelerini bir araya getiremiyorken İslam birliği nasıl sağlanacaktı?
Türkiye İslam dünyasının lideri benim diyor, hilafet en son bende idi diyor. İran güya İsrail karşıtlığı üzerinden İslam dünyasının lideri benim diyor. Mısır potansiyel itibariyle bu işe en uygun devlet olduğunu düşünüyor. Suud size ne oluyor, kutsal topraklar bende, ben İslam ülkelerinin doğal lideriyim diyor. Yani her ülke kendince İslam dünyasının lideri olduğunu ve kendi etrafında birleşilmesi gerektiğini düşünüyor. Herkesin ayrı telden çaldığı bir yerde bu birlik nasıl kurulacak? İslam birliği bu anlamda bir ütopya mı?
Artık fark ettim ki, mesele sadece bir “siyasi birlik” ya da “kurumsal mimari” meselesi değildir. Mesele 57 İslam ülkesinin Bosna Hersek ve K.Kıbrıs'la beraber 59 İslam ülkesinin bir araya gelmesi değilmiş. Biz yanlış yerden bakıyormuşuz. Bu bakış açısı bizi yıllardır yoruyordu, eziliyorduk altında. Çünkü 59 farklı İslam ülkesinin bir ve beraber olma ihtimali bugün itibariyle çok zor. Bu yüzden bizim asıl sorunumuz siyasal değildir. Siyasal olan sadece görünür yüzdür.
Mesele, ümmetin zihin dünyasında bu işin gerçekleşmesi imiş…
Ontolojik bir yanı var bu işin. Müslümanların bu işe kafa yorması, kendi iç dünyalarında hazmetmeleri lazım. Küçük bir ilçede, bir ilde farklı cemaatler bir araya gelemiyor. Türkiye'de cemaatler bir araya gelemiyor. Nasıl dünyada birlik sağlanacak? İlkin ,zihin dünyasında Müslümanların bu işi halletmesi lazım. Bu iş bir inanç meselesi yapılmadığı müddetçe bu çok zor. Bugün küçük bir ilçede üç cemaat bir araya gelemiyorsa, bu siyasal değil, varlık-bilgi-değer düzeninin parçalanmasıdır.
Hayat rehberimiz Kur'an bize bunu emrediyor. Burada bir seçim hakkımız yok. Hiçbir Müslüman “birlik olmasak da olur” deme hakkına sahip değil.
*“Ey mü’minler! Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmrân, 103. Ayet)
*“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra anlaşmazlığa düşüp, birbiriyle çekişen kimseler gibi olmayın.” (Âl-i İmrân, 105. Ayet)
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider.” (Enfâl, 46. Ayet)
Bugün bir ilde Gazze hakkında miting düzenlendiğinde, cemaatlerin ve grupların aynı yerde toplanamadığını görüyoruz. Her biri kendi ayrı alanında, kendi imkânlarıyla, kendi kadrosuyla aynı minvalde program tertip ediyor. Görünüşte hepsi “Gazze için”, ama hakikatte hiçbiri “birlik için” değil. Bu manzara, siyasî bir problem değil; ontolojik bir parçalanmışlık hâlidir. Çünkü Müslüman toplumun “ben bilinci” parçalandığında, “biz bilinci” zaten yok olur; “ümmet bilinci” ise hiç doğmamış olur.
Burada zihinsel bir inanış tam oturmadığı için, yukarıdaki ayetler kişinin kendi cemaatinden ya da partisinden önde tutulduğu için inançta bir problem var demektir. Sebep ne olursa olsun bir araya gelinmelidir. Bir protesto eyleminde bile bir araya gelinemiyorsa, orada kendi grubunun menfaatleri vahyi menfaatlerin, İslami menfaatlerin önüne geçmiş demektir. Vahyin emrettiği birlik, cemaatlerin ve grupların konumlandığı yere göre geri çekiliyorsa; o toplumda inançta bir kırılma vardır. Bu kırılma sözde değil, özdedir; dilde değil, bilinçtedir; siyasette değil, varlık tasavvurundadır. Müslüman, Allah’ın “birlik olun” emrine rağmen, kendi cemaatinin, grubunun, yapısının menfaatini vahyin önüne koyuyorsa, orada artık “itikadî öncelik” yer değiştirmiş demektir. Bu ise sadece sosyolojik bir durum değil; akidenin öncelik sırasının bozulmasıdır.
Böyle bir toplumun, bu cemaatin bireyleri önce zihinsel tezkiyesini yapmalı, yoksa Allah Müslümanlara birlik ve beraberlik nimeti vermez. Az şey mi Müslümanların birlik olması? Bugün Gazze’yi yerle bir eden İsrail’in gücü, tankından değil; tüfeğinden, bombasından değil, Müslümanların dağınıklığından ,bir araya gelememesindendir. İsrail ve diğer İslam düşmanları hep buradan beslenmektedir.
Uygur Türklerini asimile eden Çin’in cesareti, askeri kapasitesinden değil;
Müslüman dünyanın birlik olamamasından gelmektedir.
Müslümanların bir ve beraber olma meselesi ölüm kalım meselesidir. Kim ki imandan sonra bugün için en büyük problemi bunu görmüyorsa, orada o imanda bir sıkıntı var demektir. Çünkü Allah emrediyor, birlik olun diyor. Ama bugün Müslüman benim partim, benim cemaatim, benim liderim diyor.
Bugün birliğin kendisi, fazilet değil; zarurettir. Sosyal ihtiyaç değil; imanî yükümlülüktür. Kim ki imandan sonra en büyük meselenin birlik olduğunu görmüyorsa; oradaki problem siyasî değil, itikadîdir.
Zira Allah açıkça buyuruyor:
“Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.”
“Birbirinizle çekişmeyin; yoksa gücünüz elden gider.”
“Apaçık deliller geldikten sonra ayrılığa düşenler gibi olmayın.”
Bu ayetler Müslüman’a şunu söyler:
Birliğin alternatifi yoktur.
Tefrikanın mazereti yoktur.
Ayrışmanın meşruiyeti yoktur.
Bugün “Benim cemaatim”, “Benim grubum”, “Benim liderim” diyen bir Müslüman aslında farkında olmadan şunu demiş olur:
“Allah’ın emri sonra; bizim cemaatin kararı önce.”
Bu ise Müslüman’ın kendi iç âleminde vahye, Allah’a ortak koşmasıdır.
Vahyin otoritesini, grup otoritesinin ardına düşürmesidir.
Hakikatin ancak kendi mahallesinden çıktığında sahih olacağına inanmasıdır.
Müslüman toplum önce zihnini arındırmadan, inancı menfaate feda eden iç alışkanlıklarını terk etmeden, vahye teslimiyeti tekrar öznenin merkezine yerleştirmeden Allah birlik nimeti vermez.
Çünkü birlik, dışarıdan gelen bir lütuf değil; içeriden verilen bir cevaptır.
İnsanın içindeki parçalanmayı düzeltmeden dışarıdaki parçalanma düzelmez.
Zihin birleşmeden meydan birleşmez. İman ve akide birleşmeden devletler birleşmez. İslam
Birliği, siyasetin değil; sağlam bir imanın, sahih bir inancın sonucudur.