KALEMDEN ÖNCE TÜKENEN SİLGİ

Hakan Bahçeci

            Hatalarımızın toplamıyla doğrularımızın çarpımı bize nasıl bir netice verecektir? Bu çarpımın bir neticeye götürebileceği kanaatine varmalı mıyız? Diğer yandan, hatalar ve doğrular çarpışmak zorunda mıdır? Suallerin cevapları dört başı mamur bir sohbet meclisinde tartışılmaya değer ancak öncesinde hatalarımızla doğrularımızın bir meydan savaşında hesaplaşmalarını beklemek kora kor bir mücadeleye hazır olmamızı gerektirir.

            Hata yapmamak, yanlışa düşmemek üzerine bir hayat kurduğumuzu düşünüyor ve öyle yaşıyoruz. Yaptığımız hatalar çoğunlukla bir bedel ödetiyor bize. Çoğu hatamızdan utanıyor, hatırlamak bile istemiyoruz. Silip kurtulmak istediğimiz o kadar hata ve yanlışımız var ki hangisinden başlamak gerektiğini tespit edemiyoruz.

            Size verilecek bir silginin geçmiş hayatınıza dönük bir hatanızı sonuçlarıyla birlikte silebileceği söylense hangi hatanızı silmek isterdiniz? En büyüğü hangisi, ya da en kızdıranı, en utanç verici olanı… Hangisini diğerine tercih edeceksiniz? Biraz düşünüp sakinleşince aslında insanın herhangi bir hatasını diğerine tercih edemeyeceğini anlıyoruz. Yaptığınız işin o an hata olduğunu ya da sonradan hata imiş gibi görüneceğini biliyor değildiniz.

            Hatasından dönebilmenin erdemli ve onurlu bir tavır olduğunu bilen insanların azlığından şikâyet ediyoruz. Bu az insanların kaleminin, silgiye ihtiyaç duymadan yazdığına inanıyor muyuz? Çevremiz hata yapan ve hata yapmaya meyilli insanlardan oluşuyor. Biz de bir başkasının çevresi içine giriyoruz. O halde yazdıklarımızın, yani hayata bakışımızın hatalı olduğu, yanlış yazıldığı yerler yok değil.

            Silgiyi bir kenara bırakıp yazabilmek ne büyük bir nimet olsa gerek. Hatalarımızı düzletmek adına yaptıklarımız doğru hanemize mi yazılacak, yoksa sadece hatayı silmiş mi olacağız? Günümüz insanı çok hata yapıyor. Belki bu yüzden silgilerimiz çok çabuk tükeniyor. Hem yorgunluk çöküyor hem ümitsizlik. Ve bir zaman sonra doğru yaptığımız için değil, silgiyi kullanmaya üşendiğimizden silgiyi atıyoruz bir kenara. O kadar çok düzeltilecek, silinecek, tekrar yazılacak yaşamlar var ki kalemden önce silgimiz tükeniyor.

            Kalem yazdıkça, gerçek hayattan bir roman, filme çevrilmiş bir hikâye çıkıyor ortaya. Geri dönüp okuma ihtimalimiz var lakin düne dönüp “yaşanmışı” silme ihtimalimiz yok. Peki, yazının başından beri silgiyi neden elimizden atmadık? Atamayız, silgi dünü silecek değildir, dünden kaynaklanan bir hatanın sonucuna ve yarınına müdahildir. Aslında silgimiz yarına ait olanı siler. “Bir daha yazarken şu cümleyi kurma, şu kelimeyi yazma, şuraya nokta koyma” der.

            İnsanın, hatasını silme yolları kapalı değildir nitekim. Hatamıza dönüp baksak belki bir özür, belki bir gönül alma, hatamızın cezasını gönül rahatlığıyla çekme, belki bedelini ödeme… Yine de asıl olan doğrunun zaferini yaşayabilmektir. Hata, kula aittir, doğru olmak da, ama “doğru” yakışandır, gerekendir.

            Hatayı, yanlışı, eğriyi yapmama ihtimal ve imkânımız yok. Biz Müslümanlar hatayı, günahı, yanlış işi silmenin yolunu tövbede buluruz. Günahından tövbe eden günah işlememiş gibidir inancı kalem için de silgi için de gerekli ve elzemdir.