KALEMİMİN İÇ SESİ

Hakan Bahçeci

            Boş bir sayfanın üzerinde öylesine zapt edilmiş bir tek nokta gibi duruyordum. Her boşluk aslında doluluğun ispatı için varlık âleminde yerini alır dersek hata mı etmiş oluruz? Oysa masama oturduğum zaman böyle bir cümle ile başlamak niyetinde değildim yazmaya. Yazmanın bir sorumluluğu ve bedeli olmalı oysa.

            Artık diyordum kendilerine gösterilen yerlere geçse kelimelerim, noktalar virgüller bu kadar oynaşmasa zihnimde. Düşüp gitmesem bir soru işaretinin peşine… Geceydi, soğuk bir kış gecesi. Mesnevinin ikinci cildi duruyor masamda, ne ara indirdim raftan ne ara okudum bu kadar bilmiyorum.

            Sayfanın kenarına not düşmüşüm; “Bir başkasının da senin kadar iyi söyleyebileceğini söyleme, senin kadar iyi yazabileceğini yazma.” Andre Gıde söylemiş. Neden bu sayfaya yazmışım ve kalemim neden titremiş bu cümlede bilmiyorum. Birkaç kez yineledim bu emrini adamın, cüretkâr tavrı beni etkilemedi değil doğrusu.

            Kitaba döndüm, sayfaları hızla çevirmeye başladım. Harfler bir olup kelimeler halinde kendi siluetlerini gösterip kayboluyordu. Yazmak için oturmuştum masaya ama o cesareti bulamadım kendimde. Okumak için de takatim kalmamıştı belli ki biraz önce okuduğum cümlenin hükmünde takılı kalmıştım. Kaldı ki ben bayramlığını giymiş çocukların heyecanını yaşardım her öykümün ardından.

            Sayfaları çevirdikçe cümleler değil harflerin imgeleri birer anlam kazanıyordu sanki. Şekiller büyüyor heyula bir dünya kuruluyordu masamın üzerinde. Her harfin kendine özgü birer karakteri ifadesi ve gücü vardı artık. Beni bu halden uyandıran meraklı bir annenin bakışları ve en saf haliyle sorduğu soru olmuştu; “Ne okuyorsun?” hangi cevabı bekliyordu ve sorunun asıl amacı neydi? Yaramaz ve umursamaz çocuklar gibi “hiç” demedim ve son çevirdiğim sayfadaki ilk cümleyi okudum; “Gece, neye gebeyse onu doğurur. Bunu men etmek için yapılan hileler, başvurulan tedbirler havadan ibarettir.” Mevlana böyle söylemişti ve annem bu cümle karşısında en sakin ve en saf ve en yalın haliyle “doğru” dedi ve gitti. Soğukta, sert bir rüzgârda kalmış gibi ürperdim. Bu kadar sade, bu kadar basit bir ifade, neyi kast emiş, neyi anlamış ve ne çabuk teslim olmuştu doğruya…

            Gece neye gebeyse onu doğurmuştu zaten. Dönüp bakınca, onca yarım kalmış şiir, birçok yazı, tamamlanmayı bekleyen onca hikâye, düşülen notlar, üzeri karalanmış kelimeler, harfler… Söylediklerimi daha iyi söyleyenler de olmuştu kalemime hunharca eleştiri yöneltenler de. Şimdi bu halden korkuyor olamazdım herhalde.

            Yazmaktan vazgeçmemeli kalemini seviyorsa bir yazar. Okumaktan vazgeçmemeli bir yazar. Okumak, bir serüven belki benim için. Yazdığım zaman değil okuduğum zaman yazmak için güç ve cesaret buluyorum.

            Kurallara bağlı iki eylem okumak ve yazmak belki kuralları en çok yıkılan, değiştirilen ve şahsileştirilen iki büyük eylem… Yazarın görevi der Kafka, peygamberce bir ödevdir, sanırım okurun da…