KLAVUZLARI KARGA OLAN DÜNYA

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

          Ekonomi bağlamında ülkemizin reel sektörünü 1960’lı, finans sektörünü 1980’li yıllardan itibaren etkilemeye başlayan küreselleşme, günümüzde artık tüm ülkeleri, değil ekonomi her konuda sarmış durumdadır. Her ülkenin, neredeyse dünyanın diğer tüm ülkeleriyle bir şekilde bağlantısının olduğu günleri yaşıyoruz. Bundan sonraki yıllar için düşüncem, söz konusu bağlantının azalmayacağı üstelik daha da güçleneceği yönündedir. Dünya ekonomisinin ABD, Almanya, Japonya gibi gelişmiş ülkeleri yanında gelişmekte olan ancak sahip oldukları üretim potansiyeli ve enerji zenginlikleri nedeniyle global ticaretin önemli aktörlerinin önde gelenlerinden Çin, Rusya gibi ülkeler bile, uygulamaya koydukları politikalardan bekledikleri sonucu alabilmek için, tabir yerindeyse kırk dereden kırk su getirmek zorunda kalmaktadır. Gelişmiş ülkeler bile olsa, uygulamaya koydukları iktisadi, siyasi ve sosyal politikaların sonuçları, mutlaka dünyanın birçok diğer gelişmiş, gelişmekte hatta gelişmemiş farklı ülkelerinde toz kaldırmakta ve karşı politika uygulamalarıyla karşılaşmaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar. Üstelik özellikle gelişmiş ülkelerin aldıkları kararların genel doğrulara göre olmadığı, çeşitli bahaneler üreterek ve tekel konumundaki her türlü medya organları güçleri ile de ilk aşamada dünyayı da ikna ederek, gerçekte diğer ülkelerin iç işlerine sözde demokrasi ve evrensel insan hakları normları yerleştirmek adına, salt kendi çıkarlarını maksimize etmek amacıyla hak, hukuk tanımaksızın karıştıklarından ve bu tür hukuksuz politikalardan kısa ve orta vadede vazgeçmeyeceklerinden, maalesef yerküremiz uzun süre kaos ortamından kurtulacak gibi görünmemektedir.

          İster kabul ediniz ister etmeyiniz, “genel doğru, harita, büyük resim”, adını ne koyarsanız koyun, realite budur. Değilse ABD’nin, güya bir terör örgütünü yok etmek için başka bir terör örgütünü desteklenmesi hem de açıkça, nasıl açıklanabilir? Almanya’daki seçimlerin sanki Türkiye’de yapılıyormuş gibi, daha fazla oy devşirebilmek ve iç siyaset malzemesi haline dönüştürülerek ülkemize sataşmalarda bulunulması; AB ülkelerinin terör örgütlerinin propagandaları için kendi meydanları, salonları açılırken, ülkemizin resmi hükümet görevlileri için (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Milletvekilleri vb.) aynı hassasiyetin gösterilmemesi; ABD, bir çok AB ülkesi, Rusya, İsrail gibi ülkeler her türlü nükleer ve kimyasal silahlara sahipken, örneğin İran’ın bu konudaki çalışmalarında fırtınalar koparılması; ABD’nin önceki yıllarda defalarca yapmasına rağmen Kuzey Kore’nin füze denemelerinde, ortalığın birbirine katılması gibi. Buna benzer örnekler onlarca daha gösterilebilir. Bu örneklerin yanlışlığı doğruluğu tartışılabilir, tartışılmalı da, burada sorun yok. Üzerinde durulması gereken asıl nokta, bir argümana (atom bombası, nükleer silah, kimyasal silah vb.) bazı ülkelerin sahip olması sorun olarak görülmezken, peşin bir hükümle bazı ülkelerin (İran, Kuzey Kore vb.) önceden yapılan yorum ve görüşlere dayanarak sorun olarak görülüp, çeşitli yaptırım ve ambargoya hatta askeri müdahale ile karşı karşıya kalmasıdır. ABD ve özellikle Almanya ve İngiltere’nin başını çektiği AB ülkeleri, sürdürdükleri politikalardan vazgeçmediği müddetçe, dünyada barış ortamının sağlanması olanağı yoktur. Sanayileşmiş batı ülkelerini yöneten siyasetçilerin kamuoyuna yansıyan açıklamaları analiz edildiğinde, uygulamaya koydukları politikalardan geri adım atmayacakları, dünya ekonomisinin istikrara kavuşması ve barışının sağlanması konusunun ilk planları olmadığı görülmektedir. Bu durumda, ekonomileri ileri teknolojiye dayalı üretim yapanlar, çağdaş eğitim müfredatını bir an önce uygulamaya koyanlar ve hepsinden önemlisi kendi toplumuyla iç toplumsal barışı sağlayanlar ülkeler ayakta kalacaklardır. Diğerleri ise birkaç ülkenin politikasına göre yelpaze misali pozisyon almaya çalışan, etkisiz, geri kalmaya mahkum olan ülkelerdir. Ülke olarak tercihimiz; üretimden, eğitimden, bilimden, teknolojiye yatırımdan ve seksen milyon olarak birlikten yana olmalı. Değilse yerimizde saymak bir yana, gerilemek kaderimiz olur.        

 

Soru:  Sermaye girişi iktisadi büyümeyi her zaman olumlu etkiler mi? Neden? 

Sözün Gözü: Söze değil, yapılana inan.