Kovanağzı ve Mustafa Güden

Hasan Ukdem

Her gün gittiğim Kovanağzı’na yolculuk bu defa nedense bir garip başlamıştı… Zamana yolculuk yapar gibiydim. Ahmet Özcan Caddesi’nde İtfaiye Kavşağı’na varıp sola sapınca altgeçidi çıkarken sanki Yem Fabrikasına giriverdim! Sağ tarafta uçsuz bucaksız Et ve Balık Kurumu arazisi, karşıda da Kovanağzı Ekmek Fabrikası olmalıydı. İstanbul’un, Ankara’nın devasa sitelerini andıran bu binalar ne ara konduruluverdi buralara? Hadi bizimkiler gecekonduydu, ya bunlar ne ara kondu?

Su Gibi Zamanlar / Kovanağzı, Duayen gazeteci Mustafa Güden’in, Konya Büyükşehir yayınlar Şehir Yazıları serisinden çıkan kitabının adı. Yazımızın girişindeki alıntı da bu kitaptan. Bizim yaşımızda veya biraz daha ileri yaşta olan eski mahalle insanlarının yaşadığı duygular kaçınılmaz bir şekilde böyle zuhur ediveriyor bir gün. Benim için Araplar mahallesi neyse, Mustafa Güden ve o eski mahallelerde çocukluğu, gençliği geçen herkes için Kovanağzı ve bütün mahalleler de odur.

Yıllar nasıl geçer bilemeden bir gün yolunuz o eski mahallenize düşer ya da bir şey sizi oraya çeker ve şu cümleleri kurdurur size: Şurası Şevket’in bisikletiyle mahalle maçına top yetiştirirken düşüp elimi yüzümü, dizimi yaraladığım yer. Şurası o maçta hem kaleci olup iki penaltı kurtardığım, hem golcü olup kaleciye bacak arasından penaltı golü attığım mahalle sahası.

Şurası bizim sokak… İsmail Ağalar, Ayşe ablalar önden gitti. Şurası Duran Ağa’nın, şurası Zeynep Hoca’nın eviydi. Şurada Necmettin Emmi ve hanımı Muhsine abla, şurada Keçili Nene, işte şurada da Kavaklı Dede ve hanımı Miyase abla vardı. Bozkırlı Ümmü abla, Bulumyalı Hasan Ağa da genç öldü sayılır. Baba oğul Seyit Mehmet Ağa, Arap Ali, Havva abla, Hatice, Dudu, Kadriye ablalar gideli nice zaman oldu. Sokağın iki Firdevs’i vardı, birini hastaneye gece yarısı ben yetiştirmiştim de sabah namazında salâsı verilmişti. Mevlüt Ağalar kadim komşumuzdu. Kozlulu olanı bahçemizi hesapsız beller, bedeli bir demlik çay olurdu. Şerife abla anne yarımız sayılırdı. Pazarcı Mustafa amcanın konu komşuya ayıracak vakti yoktu. Fadim ablanın yüzü nedense beni her gördüğünde güller açar, sarılmadan ve methiyeler düzmeden bırakmazdı. Almanyalı Osman Ağa ben göçü sarıp sokağı terk ettiğimden itibaren “Seni semtimizden götüren sebebi bilemedim gitti” diye yıllarca hayıflandı. Bu yaz onu da yolcu ettik. Erzurumlu Abdullah emminin, Taşkentli Yusuf dayının titreyen sesleri halen kulağımdadır. Şu köşedeki ev bizim; balkonda sanki annem var da “Haydi sofraya” diye seslenecek gibi. Şu parçalanmış yemyeşil bahçe Habip Ağa’nındı. Ondaki kirazların tadı başka hiçbir ağaçta yoktu. İlk göçenlerden biri onun karısı Ayşe ablaydı. Kapı bir komşumuz Sait Ağa’nın evi yandığında itfaiyeye haber edecek telefon bile yoktu da alevlerin ahşap damı nasıl yuttuğunu karşıdaki iğdelikten seyretmiştik, korku içinde.

Aslında ne o yerler kalmıştır ne de o güzel insanlar. Her yer beton binalarla örtülmüş, herkes ya göçüp gitmişlerdir ya da vefat etmişlerdir. Sokaklar apartman, caddeler site olmuştur. Ama bizlerin hafızasında yaşamaktadır o mahalle… bizlerin içinden bir yazar çıkar da o güzel zaman dilimlerini sayfalara dökerse, gelecek kuşağa aktarılabilir ancak. İşte bunu başaran birkaç yazardan biri de Mustafa Güden olmuş ve o eski Kovanağzı betonların altından bu kitapla hatıraların sahipleri bu dünyadan ayrıldıkça unutulup gitmekten bir nebze de olsa kurtulmuştur. Zaman akmaya, şehirler büyümeye ve insanlar daha konforlu evlerde yaşamaya devam ediyor. Ancak bu kitabı okudukça göreceğiz ki büyüyen şehirler, konforlu evler insani değerlerden çok şeyler alıp götürmüş. Yokluğun içindeki mutluluğumuz konserve kutusu gibi apartman dairelerinde yitip gitmiş, toprakla temasımız, insanla iyileşen içimiz, gayretle kazandığımız ekmeğimiz bizlerden alınmış ve yerine konsantre diyebileceğimiz güdük bir hayat verilmiş. Ve bizler komşuluğu, kardeşli ve hepsinden önemlisi paylaşmayı o eski mahallelerde bırakmışız.

Öyleyse yazımızı yine kitaptan bir alıntıyla bitirelim belki biraz daha anlaşılmış oluruz.

Ah erkenci kuşlar… Aceleniz neydi de rüyamın en can alıcı yerinde şakımaya durdunuz, penceremin önündeki ağaçta? Hem dökmeden yiyin, betona yapışan dutlar yıkansa da lekesi çıkmıyor! Asırlık pelit ağacından canhıraş inen şu sincap can havliyle neden ve kimden kaçıyor acaba? Bu arada, sahi ben de acele etmeliyim yoksa otobüsü kaçıracağım.

Sevgiyle kalın.