Tarihen sabittir ki yahudi tarihi; fitne, fesat, döneklik ve kalleşliklerle doludur. Sadece Hz. Davud ve Hz. Süleyman zamanında (M.Ö.1050-950) bağımsız ve ihtişamlı bir devlete kavuşmuşlardı. Hz. Süleyman’dan sonra devlet “İsrail” ve “Yahuda” olmak üzere ikiye bölünmüş, İsrail krallığı, Asur kralı II. Sargon tarafından kısa bir süre sonra (M.Ö. 719) ortadan kaldırılmıştı.
Yahuda krallığı ise, daha sonra Babil hükümdarı II. Buhtunnasr tarafından yerle bir edilmiş, Mabet yıkılmış ve Babil’e sürülen yahudilerin esaret dönemleri (M.Ö.586) başlamıştır.
Şu bir gerçektir ki, yahudilerin yabancı hâkimiyeti altında alabildiğine ezilmiş, horlanmış ve aşağılanmış olmaları, kendi isyankâr, uyumsuz, bozguncu, kalleş ve entrikacı karakterlerinden kaynaklanmıştır. Gerek Mısır, gerek Babil, Yunan, Roma ve İslâm hâkimiyeti dönemlerinde hep düşmanla işbirliği yaparak yaşadıkları ülkeyi çökertmeye çalışmışlar, ama her seferinde başarısızlığa uğramışlardır. İslâm’ın hoşgörüye dayalı yönetiminde bile eski alışkanlıkla çevirdikleri entrika ve düşmanlıklardan dolayı Hicaz’dan sürülmüşlerdir. Rasûlullah döneminde de, imzaladıkları Medine Sözleşmesini ihlal ettikleri ve düşmanla işbirliği yaparak Medine İslam devletine karşı kalleşlik yaptıkları için Beni Kureyza, Beni Nadir ve Beni Kaynuka yahudileri Medine’den sürülmüşlerdi.
Ortaçağ boyunca İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya gibi Batı ülkeleri Yahudi sürgünlerine sahne olmuştur. 1492 yılı ise; Endülüs İslâm Devleti’nin çöküşünün ardından Hıristiyan zulmü ve soykırımına uğrayan İspanya Yahudilerinin yeryüzüne dağılmasıyla yeni bir sürgün dönemi başlamıştır. Hiçbir ülkenin kabul etmek istemediği bu topluluk, nihayet Osmanlı hoşgörüsüyle önce Selânik’te, sonra da yurdun diğer bölgelerinde yerleştirilmek suretiyle Osmanlı ülkesinde yaşama şansı bulmuştur. Osmanlının güçlü dönemlerinde zararsız mikroplar gibi bünyeye zarar vermeden yaşayan yahudiler, Osmanlının çöküş döneminde öldürücü mikroplar haline gelmiştir. Yani merhametten maraz doğmuştur. Osmanlı dağıldıktan sonra İngilizlerin zoruyla 1948 yılında Filistin topraklarında bir işgal devleti olarak kurulmuştur. O gün bu gündür bir terör devleti olarak kana doymamıştır.
Terörist İsrail’in 1967’deki Savunma Bakanı Moşe Dayan, siyonist emellerini sadece Ortadoğu’da değil tüm dünyada gerçekleştirmek için izlemeleri gereken taktiği şöyle ifade etmişti: “İsrail, öldüren, parçalayan ve yaklaşılması mümkün olmayan kuduz ve cinnet geçiren bir köpek gibi olmalı. Böylelikle bölgenin geri kalanı yanına yaklaşmaya korksun.”
İşte o günden beri Golda Meir’inden tut Şimon Perez’ine; Şaron’dan Netanyahu canisine varıncaya kadar hepsi bu “Kuduz it” taktiğini uygulamışlardır. İsrail’in başına her gelen, bir öncekinden daha çok kan içici cani olmuştur. Bu kuduz köpekler söz konusu olunca, İnsan Hakları Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Kararları, UNICEF’in ilan ettiği kadın ve çocuk hakları rafa kaldırılıyor. Başka ülkeler ihlal ettiğinde aslan kesilen bu kuruluşlar, söz konusu kuduz it İsrail olunca görmeyen göz, işitmeyen kulak, hissetmeyen kalp oluveriyorlar. İnsanlıklarını yitirip bu kuduzlarla aynîleşiyorlar. Elleriyle helvadan yaptıkları putlarını yiyorlar.
Dünyaya barış getireceği vaadiyle göreve gelen ABD’nin kaçık, ikiyüzlü başkanı Trump, Mısır’da; “Ortadoğu’da Barış” planını imzalamadan önce İsrail’e gitti. İsrail Meclisinde yaptığı skandal konuşmayla “Şecaat arz edeyim” derken İsrail terör devletine verdiği en yeni silahlardan ve bunları Netanyahu katilinin de çok iyi kullandığından yani “Benim verdiğim son model katliam silahlarıyla soykırımı iyi gerçekleştirdin” diyerek kendi katilliğinden bahsetti, utanmadan... Aslında soykırımın en büyük ortağı benim dedi büyük şeytan… Nobel Barış Ödülüne talip ucûbe karakter… Yetmiş bine yakın masum Gazzelinin en büyük katil ortağı… Bir avuç İsrailli ölü ve diri esirleri diline dolayarak Hamas’a aba altından değnek gösteren fakat binlerce Filistinli esir ve yetmiş bine yakın katledilmiş masum Gazzeliden hiç bahsetmeyen vicdanı kurumuş, insan suretindeki katil canavar… Barış anlaşmasını imzaladıktan sonra, Hamas’ın, İsrail tarafından satın alınmış Gazze’deki çetelere operasyon düzenlemesine karşı “Hamas uslu dursun. Yoksa biz uslu durmasını öğretiriz” diyerek İsrail’e ajanlık yapan ve yardım eden terör çetesine sahip çıkarak Gazzeliye huzuru layık görmeyen sahte barış havarisi şovmen…
Yok arkadaş, bu kâfirlerden dost olmaz. Yüce Allah, Hayat Kitabımızda bunların art niyetli karakterlerini açıkça ortaya koyuyor: “Sen onların yolunu takip etmedikçe Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır.” (2/Bakara:120).
Anlaşma maddeleri ne derse desin, onlar neyin altına imza atarlarsa atsın, aslolan o değil, onların sahada dediğidir. Onlar Müslümanların başına iyilik gelmesinden hoşlanmazlar. Bu durumu, onların iç röntgenini çeken Rabbimiz bize şöyle bildiriyor: Ey Mü’minler! Siz öylesine kalpleri arı duru, herkesin iyiliğini isteyen kimselersiniz ki o düşmanlarınızı bile seversiniz, ama onlar sizi sevmezler... Size küçük bir iyilik, bir nimet ulaşsa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hile ve tuzakları size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların tüm yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (3/Âl-i İmran:19-20).
İşte kendilerine “Kuduz it” taktiğini ilke edinmiş bu İsrail canisini, diplomatik görüşmeler ve barış anlaşmalarıyla durdurmak mümkün değildir. Bunların daha önce yaptıkları kalleşlikleri, yeni yapacakları kalleşliklerinin şahidi ve habercisidir. Onun için “Kuduz itin ıslahı, onun itlafıdır.” Onları ıslah etmenin yolu, onları itlaf etmekten geçer. Onların anladığı dil budur. Onların yok etmemeleri için yok edilmeleri gerekir.
Köklü çözüm, dünya mazlumlarının ayağa kalkarak onları Filistin’den söküp atmalarıdır. İsrail’i çepeçevre kuşatan etrafındaki Arap ülkelerinin başındaki kukla liderlerin öncelikle devrilmesi, sonra da yeni milli liderlerle AB gibi, İslam Ülkeleri Birliği kurulmalı. Bu birlik ortak para birimini, savunma sanayiini ve ortak ordusunu kurduğunda, karşısına ne ABD ne de İsrail durabilir. Bunlar şimdilik hayal gibi geliyor da, Sovyetlerin parçalandığı, AB’nin ve ABD’nin temellerinin çatırdadığı bir dünyada bu dediğimiz imkânsız değildir. Zordur ama mümkündür. Ümitsizliğe düşmenin bir anlamı yok. Çalışmak bizden, tevfik Allah’tandır. Bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka. Unutmayalım ki; “İstikbal inkılâbâtında en gür seda, İslam’ın sedası olacaktır.” Çünkü küfür devam eder ama zulüm devam etmez.