MACAR SUBAYININ KIZI

Sezai Keskin

 ‘’İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür.’’ HADİS-İ ŞERİF
*
1441, Devr-i Sultan II. Murad…
Macaristan üzerine yapılan bir akında, birliklerimiz pusuya düşürüldü ve asker ile birlikte Akıncı kumandanlarından Rüstem bey de esir edildi. Rüstem bey, imanlı, yakışıklı ve zeki bir gençti.
Macar kumandanı bu subayı beğendi ve kendi hizmetine aldı. Konağında ona bir oda verdi ve tüm özel işlerini ona havale etti. Macar subayının genç ve güzel bir kızı vardı. Rüstem beye sırılsıklam aşık olmuştu. Fakat bir Müslümana olan bu hislerini kimseye söyleyemiyordu. Onu uzaktan izler, bilhassa namaz kılarken gizlice onu seyreder, hayranlık ve gözyaşları içinde:

- “Allah’ım, bana da bu Osmanlının dinine girip, onun gibi ibadet etmeyi nasip eyle!” diye yalvarırdı. Genç kız aşkından hastalanarak yatağa düştü. Hiçbir hekim derdine şifa bulamadı. Artık son anlarını yaşıyordu. Ailesi başına toplanmışlar, gözyaşları içinde dua ediyorlardı. Kız bir ara gözlerini açarak:

- “Esirimizi görmek istiyorum” dedi. Rüstem beyi hemen çağırdılar.
Kız, ona yaklaşmasını işaret etti ve yakınına gelince kulağına:
- “Bizim buralarda âdettir, bir kadın ölünce mücevherleriyle birlikte gömerler. Ben ölüyorum.
Yarın mezarıma gel ve tabutumu aç, yanıma koyacakları mücevherleri al ve sat,
parasını babama ver, böylece hürriyetine kavuş” dedi.

Az sonra da mırıldanarak ruhunu teslim etti. Yüzü nurlanmış, sanki gülümsüyordu.
Ertesi gün mezarlığa giden Rüstem Bey, kızın mezarını açtı. Tabutun kapağını kaldırınca, gördüğü manzara karşısında şok geçirdi; tabutta yatan, kendi babasıydı. Fakat bu nasıl olurdu; kendi memleketi, haftalarca mesafede bir Anadolu kasabasıydı. Rüstem bey biraz soluklandıktan sonra toparlandı ve mücevherleri alarak mezarı kapattı. Ertesi gün çarşıda mücevherleri sattı ve Macar subayına bu paraları sunarak kendisini serbest bırakmasını istedi.

Macar subayı:
- “Ben senin hizmetinden memnunum. İstersen hür olarak yanımda çalışmaya devam edebilir,
istersen memleketine dönebilirsin” dedi ve bir Emannâme yazarak ona verdi. Rüstem bey hemen yola çıktı ve uzun yol giderek memleketine ulaştı. Bir akşamüstü evine vardı. Kapıda sevinçle oğlunu kucaklayan annesi, bir müddet hasret giderdikten sonra Rüstem bey, babasını sordu.

Annesi:
- “Oğlum, baban geçen ay vefat etti” dedi. Rüstem beyin içine bir kurt düşmüştü.
- “Tam olarak gününü ve saatini biliyor musun anne?” diye sordu.
Aldığı cevap hayrete düşürdü. Çünkü babası, kız ile aynı anda ölmüştü. Rüstem bey o gece mezarlığa giderek babasının kabrini buldu. Yanında getirdiği kürekle mezarı açtı. Bir de ne görsün! Mezarda yatan Macar subayının kızı idi. Bembeyaz kefene sarılmış, yüzü ay gibi parlıyor, sanki Rüstem beye gülümsüyordu. Hemen mezarı kapatarak eve döndü. Annesine sordu:
- “Anne, babam nasıl birisiydi?’’
- “Oğlum, biliyorsun, baban hocaydı. Talebelere ilim öğretir, camide vaaz verirdi. Fakat kendisi bunları  tatbik etmezdi. En mühimi de, gece guslü icap ettiren hal olunca, şu gusül olmasa ne iyi olurdu, gecenin bu vaktinde nasıl gusledilir, nereden çıktı bu diye şikayet ederdi.’’ Rüstem bey, o an bu işin hikmetini anladı. Namaz aşığı bir kafir kıza son nefeste iman nasip olmuş, bir farzı lüzumsuz gören bir hoca da imansız ölmüştü.
*
Son nefes çok önemlidir, mümin ve kafir son nefeste belli olur. Niceleri, küfürle içiçe yaşayıp, sonunda imana kavuşmuş, niceleri de ihlastan dönüp helak olmuştur. Kıyamette, son nefese itibar edilir.
Son nefeste imansız gitmekten korkmak, şüphe değil iman alametidir. Ehl-i sünnet âlimleri, imanla göçenlerin kabirde pehlivan gibi karşılanacağını bildirmişler ve  ‘’Son nefeste imansız gitmekten korkmayan, imansız ölür’’ buyurmuştur; çünkü son nefese kadar imanın muhafaza edilip edilmeyeceği belirsizdir. Cenab-ı Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek ve son nefes için korku ile ümit arasında olmak gerekir.
*
Şanlı Ecdadımız feth ettiği memleketlerde sadece toprağı ve hazineyi zapt etmeyip kızların da
aklını başından almıştır. Osmanlı’nın her şeyi harikaydı, aşkı da öyle…
Onlar demir adamdı, cengaverdi, pehlivandı ama şairdi ama romantikti. Ruhları Şad Olsun.