Mâneviyat Soslu Mu ?

Gökhan Kırlangıç

Başlığı okuyunca “Eski köye yeni adet mi, bu da nereden çıktı?” dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü tüketim genel olarak maddi bir alana tekabül eder. Ve bizim de israfa ve gereksiz tüketime karşı koyan bir geleneğimiz ve dini anlayışımız var. İşte son, yıllarda tam da bunu aşmak için kelimenin tam anlamıyla sinsice bir tüketim tuzağıyla karşı karşıya kaldı Müslümanlar, özellikle de kadınlar. Bunu kavramlaştırmak gerekirse “maneviyat soslu tüketim” en uygun tabir bana kalırsa. Açıklamak gerekirse: Bebek mevlitlerinden tutun da baş örtme törenlerine, kreşlerdeki Kur’an’a geçme partilerinden (tam da böyle tabir ediliyor ne yazık ki) nişan-düğün merasimlerine kadar birçok yeni adetle karşı karşıyayız. Ve bunların hepsindeki abartılı durumları ve tüketimi; çocuklarımızı dine özendirmek, ısındırmak gibi manevi jargonla kendimize meşrulaştırıyoruz. Moda bir yandan farklılıklarımızı yok ederken bir yandan korkunç bir sınıf farkını beraberinde getiriyor. Alt sınıflardan farklılaştığımız, üst sınıflara yaklaştığımız müddetçe kendimizi iyi hissediyoruz. İşte, bir sürü para ve dolaplar dolusu kıyafetle satın aldığımız; bu ‘iyi hissetme’ halinden başka birşey değil.

“İyi hissetme” duygusunu kendisine kalkan olarak kullanan moda ve tüketim kültürü;  kadının dünyasına tam da onun dünyasına uygun kodlarla girer: maneviyat hazzına yönelerek...  Bebek karşılama bebek mevlidi, doğum günleri, kısacası her gün büyüyen ve çeşitlenen bir sektör var.  Sadece onlar değil son zamanlarda evlerden şampuana kadar birçok ürün başörtülü yüzler üzerinden pazarlanıyor. Kimileri bu durumu “Nihayet görüldük” gibi bir siyasi okuma üzerinden olumlu değerlendirse de aslında bunun sektörün kendine yeni alanlar açma kurnazlıklardan başka bir şey olmadığını fark etmemiz gerekiyor. Tüketim çarkı;  kadınları özel hissetme, çocuğunu özel hissetme gibi duygular üzerinden yakalarken mütedeyyin kadını da maneviyat hislerine seslenerek bu halkanın içine sokuyor. Yanlış anlaşılmasın; kutlamalara, ritüellere bir karşıtlık değil bahsettiğim; bunun hayat biçimi olarak algılanmasına ve tüketim nesnesine dönüşmeye karşı bir söz arayışındayım.

Peki çözüm mü?

Belki de derde deva reçete

Hepimizin öncelikle kendi bireysel yaşantısında sonra da toplumsal olarak bu tuzağa karşı koyması şart. Peki, bunu nasıl yapabiliriz? Müslümanların her durum ve her şartta, yaşadıkları veya yaşayabilecekleri her problem karşısında müracaat edecekleri sağlam dayanaklar peki yapmamız gereken, Müslümanların her durum ve her şartta, yaşadıkları veya yaşayabilecekleri her problem karşısında müracaat edecekleri sağlam dayanakları var çok şükür. Ve bu dayanak, yalnızca Müslümanları değil bütün insanlığı kuşatıyor. Allah’ın kullarının selameti için koyduğu kurallar her devir için geçerlidir ve uygulanabilir özelliğe sahiptir. Çünkü Allah taşıyamayacağımız yükü bize yüklemez. O yüzden yapmamız gereken, ilahi kanunları doğru okuyarak Allah’la olan irtibatımızı sıkılaştırmaktan ibarettir.

Bu çok mu zor

Niçin bu inat?

Birbirimize sık sık şuursuz tüketimin Allah’ın indindeki vebalini hatırlatabiliriz. Örnekler daha da çoğalabilir. Ama asıl önemli olan dışarıdaki baskıları göğüsleyebilecek manevi donanımı nasıl edineceğimiz meselesidir.

 

Tüketim canavarı ideoloji oldu ve karşımızda.Bu ideolojinin kutsalları yok, dolayısıyla zahirde de olsa hedef tüketici kitlesinin kutsallarını amacına uygun bir düzeyde kendine mal etmeye programlı.

Öyleyse “tüketici” değil de başka bir sıfatla kendi inançlarımıza  sahip çıkmak, sınırlarımızın farkında olmak zorundayız.

Kalın efendim sağlıcakla....