Medya Ahlakı, Gazze ve Batı Vicdanı

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Gazze’de süregiden insanlık dramı, yalnızca siyasetçilerin ya da orduların değil, aynı zamanda medya kurumlarının da aynasında kendini gösteriyor. ABD’nin en etkili gazetesi olarak görülen New York Times (NYT), bu aynada kendi yüzüyle karşı karşıya kaldı. Gazetenin “Görüş” (Opinion) bölümünde yazan 300’den fazla yazar, akademisyen ve tanınmış isim, NYT’nin Filistin meselesindeki önyargılı haberciliğine tepki olarak yazı yazmayı durduracaklarını açıkladı.

Bu toplu protesto, yalnızca bir yayın politikasına değil, Batı medyasının vicdan muhasebesine yönelmiş bir eleştiri olarak okunmalı. Zira açıklamada kullanılan şu cümle, meselenin özünü açıkça ortaya koyuyor: “Silah üreticileri kadar medya da savaş makinesinin bir parçasıdır.”

Yazarların açıklamasına göre NYT, İsrailli yetkililerin “düpedüz yalanlarını yeniden yayımlamakla”, İsrail yanlısı lobi gruplarının isteğiyle haberleri değiştirmekle ve muhabirlerine “katliam”, “etnik temizlik”, “işgal edilmiş topraklar” gibi kelimeleri kullanmamalarını emretmekle suçlanıyor. Bu durum, gazeteciliğin temel ilkelerinden olan nesnellik, doğrulama ve kamu yararı ilkeleriyle açıkça çelişiyor.

Modern medya teorisinde haberin yalnızca bilgi değil, aynı zamanda iktidarın yeniden üretim aracı olduğu vurgulanır. NYT örneğinde görüldüğü üzere, medya yalnızca savaşları anlatmakla kalmaz; hangi hayatların “yas tutulmaya değer” olduğuna da karar verir. Filistinli sivillerin ölümü haber değeri taşımıyorsa, bu durum teknik bir editoryal tercih değil, ideolojik bir pozisyondur.

Yazarların geri çekilmesini talep ettikleri “Sözsüz Çığlıklar” başlıklı haber, 7 Ekim 2023 saldırılarında Hamas mensuplarının “cinsel saldırılarda bulunduğu” iddialarını konu ediyordu. Ancak haberdeki tanık ifadelerinin doğrulanmaması ve görgü tanıklarının çelişkili beyanları, ortaya atılan yalan haberler ciddi etik tartışmalara yol açtı. Bu haber, Batı medyasının duygusal hileli yönlendirme yoluyla Filistin meselesini tek taraflı biçimde çerçevelemesinin bir örneği olarak değerlendirildi.

Bu noktada eleştirinin odağı, yalnızca bir haberin hatalı olması değil, kurumsal önyargının sürekliliğidir. NYT’nin onlarca yıldır İsrail-Filistin çatışmasını “güvenlik” merkezli bir dille aktarması, Filistinlilerin ise yalnızca “tehdit” veya “istatistik” olarak görünmesi, Batı’daki oryantalist anlatının güncel biçimini temsil ediyor.

NYT yazarlarının bu çıkışı, Batı entelektüel dünyasında Filistin meselesine dair yeni bir ahlaki uyanışın işareti olarak da yorumlanabilir. Artık Batı’da, medyanın devlet politikalarına koşulsuz destek vermesini sorgulayan bir zemin oluşuyor. Bu, Edward Said’in yıllar önce “Orientalism” kitabında belirttiği gibi, “Doğu’yu temsil etme hakkını elinde tutan Batı dilinin” çatlamaya başladığını gösteriyor.

Ne var ki bu çaba, yalnızca bir “iç hesaplaşma” olarak kalırsa sınırlı bir anlam taşır. Gerçek dönüşüm, Filistinlilerin özne olarak konuşabildiği, onların hikâyelerinin kendi dilleriyle aktarılabildiği bir medya düzeniyle mümkün olabilir.

New York Times’a yönelik bu kolektif boykot, Batı medyasının uzun süredir görmezden geldiği etik bir borcu hatırlatıyor: Hakikat, jeopolitik çıkarların önüne geçmedikçe gazetecilik bir vicdan kurumu olamaz.

Gazze’de yıkılan binalar kadar, Batı medyasının itibar duvarları da çatırdıyor. Şimdi mesele, günah çıkarmak değil; hesap vermek ve hakikatin kimden, nasıl duyulduğunu yeniden tanımlamaktır.