Menzile şiirlerle yürürken

Hasan Ukdem

Menzile erişmenin hırsına kapılıp yolun güzelliğini ıskalamamak, insanın kendine verebileceği en güzel ödüldür benim kanaatimce. Aşık Veysel’in tarifiyle iki kapılı bir handa yürüyoruz gündüz gece. Hanın çıkış kapısına odaklanırsak, içindeki intizamı, pencerelerinden sızan gün ışığını ve etrafımızda görebileceğimiz insanların muhabbetinden mahrum kalırız. Ya da en azından bu durum yolculuğumuzun bize kazandırması gereken olgunluğu ve dinginliği kaçırmamız anlamına gelir. Günün aydınlığıyla beliren renkleri ve gecenin karanlığıyla ortaya çıkan esrarın çekiciliği, insanlığımızdan doğan tecessüs ve serüvenci yanımızı keşfederek hayatı daha güzel kılmanın gayretinde olmalıyız.

Ve şiirlere verebilmeliyiz kulağımızı. Mesela, Yahya Kemal Beyatlı’den: Deniz Türküsü şiiri:

Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ…

Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü’yâ biter, etrâf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri…
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.

Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: “Yol nereye?”
Ayılıp neş’eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!…

İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

Bütünüyle güzel bir şiir, sadece son mısrası bile yeterdi ama üstat ziyaete döndürmüş şiiri. Bir başka üstat Hilmi Yavuz ise, Yolculuğun Yolculuğu adlı şiirinde bakın nasıl bambaşka bir yol çiziyor karşımıza ve bizleri şiirlerinde dolaştırıyor:

kendimi yollara adadım,
şiirlerimi de…

bir şiirimde,
yollar, uzaklıklardır, demiştim;
yürüdüm dile gelmek-
le gelmemek arası bildiğim yerde…
demiştim, bir başka şiirimde…

giden ben değilim, yoldur…
dizesi de benimdir;
‘yollarsa her zaman biraz küskündür,
Yokuşlarda ve inişlerde..
dizesi de…

ve başka dizeler:
ben hep yollar düşledim,
derin yollarda yürürken…

yolların gül sesleri olduğunu
ben söyledim;
onların beni yazın tâ içine
çağırdıklarını söyledim
sevgilime…
o zamanlar uzaktaydı ve ben ona,
yüzüne yolların gülüşü
var, demiştim;
ben, tenime yürüdüm
diyen de bendim;

ve şairler de:

yunus yana yana yürüdüydü,
mevlâna döne döne,
bense kana kana yürüdüm
demiştim de…
unuttum hepsini şimdi,
unuttum…

artık sadece yolculuk var şiirlerde…

Yol da insan da güzelleşiveriyor şiirlerin güzergâhında. Şiirler biraz da böyle değil midir? Bizleri menzile giderken en güzel duygu pencerelerinde teneffüse çıkarıveren bir büyüye sahiptirler. İşte bir şair daha: Soluk Soluğa 1 şiiriyle, Ahmet Telli

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

Biraz da serüvendi yaşamak
Belki yatkındı büyük yolculuklara
Ki serüvenler daima büyük aşklar
Ve büyük yolculuklarla başlar

Anıları aşkları ve bir kenti
Bırakıp gidebilirdi apansız
Apansız başlardı yolculuklar
Hangi saatinde olursa günün
Ve hep kar yağardı nedense
Durmadan kar yağardı yol boyunca
Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
Kent görünmez olunca arkada
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun

Ne zaman yollara düşse biterdi acılar
Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından

Bütün yolculuklarınız bitimsiz bir vuslatla son bulsun dileklerimle…

Sevgiyle kalın.