MEVLİD-İ NEBİYİ YENİDEN ANLAMAK

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Hepimizin bildiği gibi Hz. Peygamberin kutlu doğumu üzerine yapılan programlar sahabe döneminde yoktu. Sonradan ortaya çıkmıştır. Müslümanların tarihinde Mısır’da Fatımiler döneminde başlatılan Hz. Peygamberi anma ve doğumunu kutlama törenleri, Eyyûbiler ve Osmanlılar tarafından sürdürülmüştür. Yakın zamanlarda ülkemizde Türkiye Diyanet Vakfı tarafından miladi takvime göre “Kutlu Doğum Haftası” adıyla kutlanmaya başlanmıştı. Şimdi de hicrî takvime göre Mevlid-i Nebi Haftası şeklinde kutlanacaktır. Bu münasebetle gerek yurt içi ve gerekse yurt dışında Hz. Peygamberi anlamak üzerine; ilmî, fikrî ve dini birçok program düzenlenecektir. Her geçen gün bu faaliyetlerin kalitesi artış göstermektedir.

Sahabe döneminde Hz. Peygamberin doğumu niçin kutlanmamıştır?

O dönem için böyle bir soru sormak anlamsızdır. Zira ne Hz. Peygamberin doğumu, ne hicret, ne Bedir ve ne de Uhud gazvesi vb. gibi yıldönümlerinde böyle bir kutlama olmuştur.  Niçin? diye sorulacak olursa, ashab-ı kiramın hayatlarının tüm alanlarında Hz. Peygamber ve onun getirdiği ilahi öğreti,   canlı ve dipdiri bir şekilde yaşatılıyordu. Sahabe, Kur’an surelerini ezberleyip yaşadıkları gibi, Hz. Peygamberin gazvelerini de yaşatıyorlar ve çocuklarına anlatıyorlardı. Yani, Bedir’de ne oldu, Uhud’da ne oldu, Hendek ve Hayber gazvesinde ne oldu? İslam tarihinde yaşanmış bütün bu olayları, zamanlarındaki nesillere aktarıyorlardı. Çünkü onlar, bu olayların bizzat kahramanlarıydı. Hatıraları yâd etmekle, aynı zamanda İslamî hayatın coşkusallığı da diri tutulmuş oluyordu.  İslam’ın yayılmasında büyük fedakârlıklarda bulunmaktan çekinmeyen sahabe-i kiram efendilerimiz kanalıyla onun hayatında neler olup bittiği yeni nesillere sadece bir bilgi malzemesi olarak değil, eylem olarak da aktarılmıştır. Kur’an’da kendilerinden Allah’ın razı olduğu kimseler (bkz. Fetih 48/18),  şeklinde methedilen sahabe-i kiramın, Hz. Peygamberin kutlu doğumunu ve savaşlarını, salt bir gün ya da bir haftaya sıkıştırarak kutlamalarına ihtiyaçları yoktu. Bu güzel hatıralar zaten onların zihin ve hayatlarında 365 gün 6 saat gece-gündüz yaşatılıyordu. Buna onların değil, belki bugün bizim daha çok ihtiyacımız vardır.

Öyle bir zaman geldi ki, insanların akıl ve vicdanlarından bu güzel günlerin anıları silinmeye ve unutulmaya yüz tuttu. İslam toplumları zihin ve hayatlarından çekilmeye başlayan bu anlamlı günleri yeniden diriltmeye ve unutulan değerleri yeniden hatırlamaya ihtiyaç duydu. Bu sebeple,  kutlu doğum haftası Muhammadî risaletin ve Nebevî siretin hakikatlerini ortaya koymada iyi bir fırsat olarak görüldü.  Bundan dolayı, mevlid-i nebi için ihtifaller düzenlemek her şeye değer.  Çünkü Efendimiz Hz. Muhammed (a.s)’ın getirdiği ilahi mesaj, evrensel değerlerle yüklüdür. Bugün modern dünyanın yaşadığı kaotik dönemlerde, bu değerleri tanımaya günümüz insanının daha çok ihtiyacı vardır.  Bu da ancak böylesi vesilelerle gerçekleşmektedir.

Mevlid-i Nebi münasebetiyle başta kendi insanımız olmak üzere tüm insanlığa bu büyük hadiseyi hatırlatmak ve ondan faydalanmaları için zemin oluşturmak adına yapılan faaliyetler takdir edilmelidir, desteklenmelidir.   Kaldı ki, bu faaliyetlerle, hem Müslümanların ve hem de dünya insanının İslam’la ve Hz. Peygamberin muhteşem sünnet ve siretiyle bağlantı kurmaları sağlanmış olacaktır. Zira yaşadığımız yüzyılda özellikle Batı dünyasında bazı ülkelerin himayesinde sürdürülen İslamofobi ve Anti-İslamizm gibi faaliyetlerinin önüne ancak bu şekilde geçilebilir.  Bu sorumluluk fert fert hepimize düştüğü gibi, Müslümanların kurum ve kuruluşlarına da düşmektedir.

İslam düşüncesinde siyer, fiilî ve takriri sünnet açısından önemli bir kaynaktır. Sîret, Hz. Peygamberin amelî yönünü temsil eder. Birçok âyetin sebeb-i nüzûlü ve birçok hükmün vazediliş hikmeti siyer kaynaklarından anlaşılabilmektedir. Bundan dolayı, siyer-i nebinin kaynakları arasında doğrudan sîret kitapları önemli bir yer tutar. Siyer konuları sahabe-i kiram tarafından sözel olarak kendilerinden sonra gelen nesillere aktarılmıştır. Çünkü sîret, hem tikel ve hem de tümel hükümler konusunda Hz. Peygamber’den nakledilen haberleri içerir. Dolayısıyla sîret-i nebî’yi anlamada birinci ve üst kaynak Kur’an olmakla birlikte, nebevî sünnetin de çok ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bizim için gerek Kur’an, gerek hadisler ve gerekse siyer, mevsûkiyet açısından nebevî mesajın evrenselliğini ortaya koymada çok değerli malzemeler sunmaktadır. Ayrıca bu malzemelerde evrensel bir söylem diline sahip olan Hz. Peygamber’in muhtelif kavimlere mensup devlet başkanlarını İslam’a davet ettiği mektuplar da yer alır. Bütün bu malzemeler bize, Hz. Muhammed’in (a.s) hayatının her yönüyle tespit edilmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun anlamı, insanlığın onu örnek almasına imkân sağlamaktır. Bu açıdan, Efendimizin yaşayış biçimi olan Siyer’ini değer ve davranış alanında yeni bir dil ve üslupla yeniden üretmeli ve güncellemeliyiz. Bugün, salt, siyer arkeolojisi yapılmaktadır. O halde gelin, Muhammed Mustafa (s. A. V)’in kutlu doğumunu  idrak ettiğimiz bu günlerde,  böyle bir bakış açısıyla sîretine yeniden yaklaşalım ve günümüz için yaşanılan ve yaşanması mümkün olan sonuçlar çıkaralım.