Nas ve Kıyas

Necmettin Şimşek

* Kıyas, karar hakkında nas yani ayet veya sünnet bulunmayan bir problemi, aralarındaki ortak sebep sonuç olarak kararı ayet veya hadislerle çözülmüş bir konuya benzeterek çözmektir. Kıyas yoluyla karara varan hukukçuya müctehid denir. Müctehid, kıyas yaparken ayet ve hadisleri yorumladığı için müctehidlerin kararları birbirinden farklı hatta birbiriyle çelişen hükümler ictihadlar olabilir. Mantıklı olan ne ise o uygulanır. Mantık açısından ise adil olunmalıdır. Eşitlik değil adalet. Bunu kelime oyunu yapan siyasiler tarih oldu. Her zaman tarih doğruları yazacak. Eşitlik konusunda en çok istismar edilen konu olan kadın erkek eşitliğinde, eşitlik kelimesini suiistimal edenler hep kendi taraflarına doğru çalıştılar. 2025 Aile yılında ülkemizde herkes dikkatli olmalı.

* İtalya'da kadın cinayeti faillerinin ömür boyu hapis cezası ile cezalandırılmasını mümkün kılan yasa tasarısı, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde parlamentonun alt kanadı Temsilciler Meclisi'nde yapılan oylamada, iktidar ve muhalefetten 237 milletvekilinin verdiği evet oyuyla, oybirliğiyle kabul edildi. Yasanın kabul edilmesi ile birlikte İtalya hukukunda kadın cinayetleri için ayrı bir suç kategorisi oluşturulmuş oldu. Yeni yasa ile birlikte, ceza kanununa mağdurun özellikleri nedeniyle işlenen bir cinayet suçu kategorisi ekleniyor. 577-bis adlı söz konusu düzenleme, bir kadının ölümüne ayrımcılık, nefret veya şiddet gibi nedenlerle kasten yol açmayı amaçlayan eylemler için müebbet hapis cezası öngörüyor. Şu ana kadar İtalyan hukukunda sadece failin mağdurla evli ya da akraba olması durumunda ağırlaştırıcı hükümler öngörülüyordu. İtalya Başbakanı Meloni, bu yasanın kadınların onurunu ve özgürlüğünü koruyan bir araç olacağını söyledi. İtalya'da bu yıl 1 Ocak 2025 ile 20 Ekim 2025 arasında 85 kadın cinayeti işlendi.

* BM'nin 2024 yılına dair tahminlerine göre dünyada her 10 dakikada bir kadın aile fertleri ya da eşleri tarafından öldürüldü. 2024 yılında toplam 83.000 kadın cinayeti kayıtlara geçerken bu rakamın %60'ı, yani 50.000 cinayet, kadının aile fertleri ya da eşleri tarafından işlendi. Bu, günde 137 kadının, en yakın çevresinden biri tarafından öldürüldüğü anlamına geliyor. Öldürülen erkekler arasında aile fertleri ve eş kaynaklı cinayetlerin oranı ise %11. 100,000 Kadın başına düşen kasıtlı kadın cinayeti sayısı Rusya 4.1, ABD 2.2, Ukrayna 1.9, Belçika 1.4, Avusturya 1.0, Finlandiya 1.0, Almanya 0.9, Kanada 0.9, Türkiye 0.9 dünya ortalaması ise 2.17. Ekonomik şiddetin kadınların yalnızlaştırılması ve izole edilmesi için bir terbiye aracı olarak kullanılması da, psikolojik şiddetin kadınları kontrol aracı olarak gündelik ilişkilerin içine yerleşmesi de, cinsel şiddetin kanıtlanması için sadece kadınların ne zaman şikayette bulunduklarına bakmanın da bir kadın hakkı ihlali olduğunun söylenmesi, kadınların bu izinsiz girilen bahçelerde aştıkları duvarlara benziyor. Şiddetin, kadınların sadece kadın oldukları için uğradıkları bir şey olması gibi. Anayasa Mahkemesi’nin devletin, kadınların hayatını korumak gibi bir pozitif yükümlülüğü olduğunu söylemesi yani sadece bir kadını öldürmemekle yetinemeyeceğini, sadece bunu sığınamayacağını söylemesi gibi durumların hepsi adalet kıyasıyla düzeltilmeli. Sadece yasa yeterli olmadığı İstanbul Sözleşmesiyle görüldü.

* Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki sıçrama, üretim ağlarının küresel ölçekte örgütlenmesini kolaylaştırdı. 1970’lerin sonlarından itibaren piyasaların çokuluslu bir nitelik kazanmasına ve ülkelerin ticari serbestleşmeyi önceleyen yeniden düzenlemelere yönelmesine yol açtı. Bu dönüşüm işgücü piyasalarında esnekleşmeyi teşvik ederken, kadın emeğinin görünürlüğünü artırmış; kadınlar ücretli istihdamda kalıcı aktörler hâline geldi. Ne var ki niceliksel genişleme, niteliksel eşitlik anlamına gelmedi. Kadınların yoğunlaştığı istihdam alanları çoğu kez düşük ücretli, güvencesiz ve kayıt dışı oldu. Böylece küreselleşmenin fırsatları, kadınlar açısından çoğu zaman tamamlayıcı ve esnek işgücü rolünün sınırları içinde yeniden üretilmektedir. Türkiye özelinde, eğitim-istihdam paradoksu bu tabloyu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. 25–34 yaş grubundaki kadınlarda yükseköğretim mezuniyet oranının yaklaşık %48,9’a yükselmiş olmasına karşın, genel istihdam oranının %32,5 düzeyinde seyretmesi, kadınların artan insan sermayesinin işgücü piyasalarına tam olarak yansımadığını göstermektedir. 25–49 yaş aralığında, hane halkında 3 yaşın altında çocuğu bulunan kadınların istihdam oranı %27. Çocuğu olmayan akranlarında bu oran %58.

Kadınlarda işgücüne dâhil olmama nedenleri arasında ev işleriyle meşguliyetin %42’lik payla bir sebep olması, iş aile dengesinin kurumsal destekler yetersiz olduğunda istihdama ulaşım sınırlı. Çalışma kültürünün erkek merkezli yapısı da bu darboğazı derinleştirir. İş aile çatışmasının stres, tükenmişlik, duygusal yıpranma ve iş tatmininde düşüş gibi sonuçlarla yakından ilişkili. Bir de duygusal emek yükünün hem iş performansını hem de aile içi ilişkileri olumsuz etkiledi. Bu çifte baskı, yalnızca bireysel iyi oluşu değil, işyerlerinin verimliliğini, ekip dinamiklerini ve nihayetinde makroekonomik çıktıları da etkiler. Dolayısıyla mesele, kadının çalışmasını bireysel tercih veya aile içi müzakere konusu olarak görmekten çok, toplumsal yeniden dağıtım ve kurumsal tasarım problemidir. Kültürel olarak, toplumsal cinsiyet rolleri durağan değil, tarihsel ve kurumsal olarak değişkendir. Bu nedenle kadının erkek gibi çalışması değil, işin ve kurumun insanî sınırlar içinde yeniden tasarlanmalıdır. Teknoloji ile hızlanan hep erişilebilirlik ideali, bakımın ertelenemez ve devredilemez niteliğini görünmez kıldığında, ortaya çıkan maliyet aile kurumunda ve kadınların psikolojik iyi oluşunda birikmektedir. Kamusal politikalar, özel sektör uygulamaları ve sendikal veya gönüllü örgütler arası iş birliği; zaman kullanım araştırmalarından elde edilen kanıtlarla desteklenmiş, bakım dostu ve eşitlikçi bir çalışma düzeninin altyapısını kurmak zorundadır.

*Sonuç olarak, küreselleşme kadın istihdamını nicel olarak artırsa da niteliksel eşitliği güvence altına almamıştır. Türkiye’de artan eğitim düzeyiyle düşük istihdam oranları arasındaki makas; bakımın toplumsallaştırılması, kaliteli esnek çalışma, ücret şeffaflığı ve ayrımcılıkla mücadele gibi eşzamanlı politika paketlerini zorunlu kılmaktadır. Kadın emeğini salt bir esneklik kaynağı olarak değil, toplumsal refahın ve sürdürülebilir büyümenin kurucu bileşeni olarak konumlandıran bir perspektif benimsendiğinde, hem kadınların psikolojik iyi oluşu güçlenecek hem de ekonominin verimlilik ve yenilik kapasitesi artacaktır. Bu dönüşüm, bireysel fedakârlıklarla değil; kamusal yatırımlar, kurumsal sorumluluk ve eşitlikle birlikte mümkün.