NASREDDİN HOCA’NIN BİRİ BİRGÜN / Eşekçe Okumak

Musa Mert

Nasreddin Hoca’nın biri bir gün Timur’un biri ile sohbet ederken; Timur, Hoca’nın hocalığına laf eder! Aralarında bitimsiz bir tartışma başlar... Derken Hoca Timur’a;

—Hünkârım, ben sizin şu yanındaki eşeğinizi bile okuturum.

Timur bu söze kahkahalarla güler, sonra da Hoca’nın eline eşeğin yularını tutuşturuverir:

—Al bakalım. Madem öyle diyorsun, sana üç ay mühlet; götür eşeği okut. Üç ay sonra, bütün halkı büyük meydanda toplayacağım, herkesin huzurunda eşek kitap okuyacak. Şayet okuyamazsa; işte o zaman hiç acımam alırım kelleni, ona göre!

Hoca “Tamam, anlaştık.” der, eşeği çeker götürür.

Konu komşu önünü keser;

—Yahu Hocam senin aklın başında mı! Hiç eşek kitap okur mu! Bu adam deli, vallahi alır kelleni! derler. Hoca umursamaz bir eda ile elini sallar;

—Ohoo komşular, üç ay uzun bir süre. Üç aya kadar ya eşek ölür, ya Timur ölür ya ben ölürüm. Dert ettiğiniz şeye bak, karşılığını verip yoluna devam eder.

Evine ulaşan Hoca, eşeğin boyuna göre bir masa ve bir de kalın kocaman bir kitap yapar. Eşeği yemleme zamanı gelince; sayfaları arasına birer avuç arpa serpip kitabı masanın üzerine, masayı da eşeğin önüne koyar. Hoca kitabı açınca eşek arpaları görür ve yemeye başlar. O sayfanın arpaları bitince diğer sayfayı, o da bitince ötekini açar. Nihayet kitabın sayfaları biter, eşeğin de karnı çoktan doymuş olur.

İşte Nasreddin Hoca’nın birisi haftalar boyunca eşeği bu şekilde yemler. Öyle ki; eşek ne zaman masayı ve kitabı görse kulaklarını diker, kuyruğunu sallar.

Üçüncü ayın dolmasına yakın kitabın sayfalarını Hoca’nın çevirmesine de gerek kalmamış, eşek diliyle sayfaları bir bir çevirip arpaları hüpletir olmuştur.

İşte o Nasreddin Hoca’nın biri, belirlenen zamanın son günü de eşeği aç bırakır.

 Nihayet zaman dolmuş, ahali meydanda toplanmış, işte o Timur’un biri de tahtına kurulmuş, heyecan dorukta, hep birlikte Nasreddin Hoca’nın birini beklemeye koyulmuşlardır. Halkın ekserisi “vah vah gitti hocanın kellesi” duygularıyla içten dualar göndermektedirler Rahmân’a…

Çok geçmeden, Hoca görünür: Koltuğunun altında koca bir kitap, elinde bir masa, eşeğin yularından tutmuş çekiyor. Başı dik, göğsü ileride; kendinden o kadar emin yürümektedir ki; ahali şaşırır: “Sanki az sonra kellesi gidecek o değil.”

Meydanın tam ortasına gelince Hoca durur. Masayı eşeğin önüne, kitabı da masanın üzerine yerleştirir. Bir gün boyunca bu manzaranın özlemini çeken eşek derhal diliyle kitabın kapağını kaldırır. Dudaklarıyla bir ileri bir geri yoklar, fakat arpa bulamaz. Hemen diğer sayfayı çevirir, yoklar; orada da arpa bulamaz. Sonra diğer sayfayı yoklar… sonra diğerini…

Arpa bulamadıkça garip sesler çıkarmakta, derin derin tıslamakta, her seferinde homurtuları ve tıslamaları artmaktadır...

Sayfaların hepsini tek tek çevirir ama nafile…  Kitabın bütün sayfalarını bitirmesine rağmen tek arpa tanesi bulamayan eşek, bu duruma iyice sinirlenir ve uzun uzun anırır… İşin burasında Hoca Timur’a döner ve şöyle der:

—Bu da özeti hünkârım.

Timur kahkahalara boğulur. Sonra alaylı bir ifadeyle;

—Hoca, şimdi, eşek kitabı okudu mu? diye sorar.

—Okudu hünkârım, bakın sonunda uzunca bir özetini dahi yaptı. Timur;

—İyi ama ben eşeğin okuduğundan hiçbir şey anlamadım!

Hoca taşı gediğine koyar:

—Bu normal hünkârım. Zira eşek, kitabı kendi diliyle, yani eşekçe okudu. Anlayabilmeniz için eşek olmanız lazım.

. . .

HİSSE

  • Fıkra, Nasredin Hoca ile Timur çağdaş olmadıklarından “Nasreddin Hoca’nın biri”, “Timur’un biri” ifadeleriyle anlatılmıştır.

 

  • Buna benzer fıkralar insanımızın parlak zekâsına işaret eder. Kanaatimce; insanımız zamanın yöneticilerini doğrudan eleştiremeyince, Nasreddin Hoca ile Timur’u aynı zamanda ve mekânda buluşturup, yöneticiye de halka da söyleyeceklerini söyleme yolu bulmuşlardır.

 

  • Kitap okumanın önemi ortadadır. Ancak; kitapların sayfalarını çevirenin ne için çevirdiği önemlidir. Meşhur “oku oğlum oku baban gibi, eşek olma” sözünde olduğu gibi,  eşek olmamak içinse, okuyup adam olmak, yani “ADEM” olmak, onun misyonuna sahip olmak içinse; ne iyi, ne hoş… Olması gereken de bu zaten. Ama arpa için çevriliyorsa sayfalar, işte bu tehlikeli!

 

  • Çeşit çeşit arpa var: Akademik paye arpası, mal/para arpası, makam/mevki arpası vesaire... Kitapların sayfalarını –Allah için değil de—arpa için çevirenler, nihayet Prof, zengin, yönetici… ne olurlarsa olsunlar; eşeklikten, eşekleşmekten (istihmar) kurtulamazlar.

 

  • Yine bir gün Nasreddin Hoca’nın biri ile Timur’un biri hamamda baş başa kalırlar. Timur bundan istifadeyle Hoca’nın bilgeliğine güvendiğinden sorar: “Hoca, bak bakalım bana şöyle…  ben kaç para ederim?” Hoca süzer Timur’u baştan aşağı; “Beş akçe” der. Timur bozulur; “Yahu Hoca, sadece belimdeki şu peştamal beş akçe eder!” Hoca cevabı yapıştırır: “E zaten ben de ona verdim…” “Kaç paralık adamsın!” sözü gibi sözler materyalist bir kafanın değer yargısını yansıtır. Değer yargınız mal, mülk, para gibi maddi ise; sizi de öyle tanır, ölçer ve biçerler. Parada, mal, mülk ve makamda şeref bulanlar; bunları yitirince –olmayan—şereflerini de yitirirler… Böylelerinin “Gönül Ehli”nin yanında ve Allah katında zaten bir değeri yoktur.

 

  • Bir de kitap yüklü eşekler vardır 62. Cuma suresi 5. ayette anlatılan. Rabbimiz orada Tevrat’ı bilip gereğince amel etmeyen, bildikleri hakikatleri ketmedip, başkalarına ulaştırmayan Hahamları/din adamlarını/bilginleri  “kitap yüklü eşek”e benzetir. Kitapları sırta yüklenmek ile kafaya yüklenmek arasında bir fark yoktur. Eşeğe ne kadar kitap yüklerseniz yükleyin bu onun eşekliğine zeval getirmez; eşek yine eşektir! Okudukları kitaplara, okullara bakıp hayret etmemelisiniz. Yüklendiği onca kitaba rağmen sağda solda anıran, küllenen, çifte atıp, ısıran pek çok eşeği görmeniz bundandır. Üstelik “seslerin en çirkini de eşek sesidir”.(1) Perdesi, notası yoktur, olur olmaz yerde, olur olmaz zamanda olanca gücüyle ve avazı çıktığı kadar salıverir sesini... Hak, hakikat, latif söz konuşulurken sesi çıkmaz, hatta aslan görmüş gibi kaçar HAKK’tan, hakikatten.(2) Fakat özellikle şeytanı görünce/şeytanca iş, durum ya da konu söz konusu olunca duramaz; basar iğrenç anırtılarını böyleleri, salyasını akıtarak, kulakları patlatırcasına... (3)

 

  • Bu gün çekilen sıkıntıların en büyük sebeplerinin başında, Kitabı eşekçe okumuş, bu nedenle de adam olamamışlar geliyor. Çiftçi Hasan tarlasını ekip biçiyor, çoban Mehmet sürüsünün peşinde, Ayşe bacı tarlada, bahçede. Hepsi işinde gücünde… Okumamışlar ama zararsızlar en azından… Bankaların içini boşaltan, siyasi dalaverelerle milleti kandıran, rüşvetle halkın mallarını iç eden, uyuşturucu ve silah kaçıran, memleketin dibini oyan bu garibanlar değil. Bütün bunları yapanlara bakın hepsi okumuş takımdan değil mi! Atomu parçalayacak beyine sahip olup da Hiroşima ve Nagazaki’yi yok eden de bunlara benzer garibanlar değil.  -Kitapları ya da KİTAB’ı/yani Kur’an-ı, eşekçe okuduklarından—Allah’ı laboratuarın kapısında bırakıp, içeri almayanlar değil mi!

 

  • Çocuklarının adam olmaları yani “ADEM” olmaları, onun misyonuna sahip olmaları için değil de, çocuklarının hedeflerine maddi rahatlıkları koyarak “Oku da kendini kurtar, rahat et” diye baskı yapan, böylece ocuklarının geleceğini kurtarmaya çalıştıklarını iddia eden ebeveynler, öğretmenler hata ediyorlar. Büyüğümüze küçüğümüze geleceği kurmaktan ya da geleceği garanti altına almaktan bahsediyoruz. Peki, aslında neyi kurtarmaya ya da neyi garanti altına almaya çalışıyoruz…? Nedir gelecek? Gelecek; beş, on, yirmi... sene ilerisi değildir. Bunların hepsi gelecek ve geçecek... Asıl gelecek ‘Ahiret’tir. İşte bunu hesap ederek davranmadığımız sürece problemlerimizi gerçekten çözmüş ol(a)mayacağız.

 

  • İlk emir, Hz. Peygamber’e (s) ilk inen ayet “İqra/Oku!” değildir. “İqra’ bismi Rabbike’llezi Halaq/Yaratan Rabbin adına/O’nun adıyla/O’nun rızası için/O’nun emrettiği gibi oku!” dur. Asıl okuma da budur…
  • Allah ellerin(m)izi bırakmasın.
  • Dipnotlar              :

1. “Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir. (31. Lokman Suresi 19. Ayet)

2. “Şimdi o Kur'ân'dan yüz çevirirlerken ne mazeretleri var? Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri. Arslandan kaçmaktalar.” (74. Müddessir suresi 49-51. ayetler)

3. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Horozların öttüğünü işittiğiniz vakit, Allah'tan lütuf ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür. Eşeğin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah'a sığının. Çünkü o da bir şeytan görmüştür." (Buharî, Bed'ü'lhalk 15; Müslim, Zikr 82).