NE YAPIYORUZ / NASIL YAPIYORUZ

Oktay Aksu

Yaşadığımız günlerde yardım dernekleri çok önemli bir misyon üstlenmiş durumdalar. İhtiyaç sahiplerinin toplumun önemli bir yekununu teşkil ettiği bu günlerde hayırseverlerin yardımlarını muhtaçlara ulaştırıyorlar. Ancak bu yardım seferberliğine yakışmayan görüntüler / tutumlar olduğunu düşünüyorum.

            İlk olarak; yardım derneklerinin, ellerinde paketlerle fukara evlerinden fotoğrafları sosyal medyada paylaşmasını yadırgıyorum. İyiliğin bir mahremiyeti olmalı. İyilik üzerinden popülarite temini etik değildir. Modern zamanların rekabetçi aklının iyilik gibi kalbi ve hasbi bir davranışa bile sirayet etmiş olması ne kadar acı. Nerede kaldı sağ elin verdiğini sol elin bilmediği, iyiliğin yapılıp denize atıldığı derin anlayış. İyilik ince ruhların işidir ve zarif bir şekilde yapılmalıdır. İyilik yaparken muhatapları rencide etmemeye özen göstermek gerekir. Mağduriyetlerinden mütevellid mahcubiyetleri, fotoğraf çekme talebinizi reddetmelerini engelliyor belki ama objektiflerinize bakarken çokta rahat olduklarını düşünmüyorum.  Ceddimiz bu hassasiyeti taşıdığı için usul / biçim noktasında da ibretamiz örnekler bırakmıştır. İyiliğin sadaka taşlarına bırakıldığı, ağaçlara asıldığı günlerden, bu teşhir vandallığına nasıl vardık. Bu davranış özüne / kendine / kendi medeniyetine dönüş, kendi medeniyetinden hareketle yeni bir medeniyet tasavvuru, iddia ve çabasının neresine oturur. Bu derneklerin iyilik, şefkat, merhamet, yardım gibi tabelalar altında çalışması da ayrı bir garabet. Eskiden bu işler böyle yapılmazdı. Bizim cenahın herhangi bir vakfı yada derneği altında her türlü hayır işleri sessiz sedasız yürütülürdü. Bugün hadi diyelim ihtiyaca binaen farklı alanlarda kurumsallaşmak gerekti, ama usul bu mu olmalıydı.

            İkinci husus yardım derneklerinin ihtiyaç sahiplerini kategorilere ayırması. Bir pazarlama stratejisi olan Pazar bölümlemesi ve hedef kitlenin küçültülmesinin yardım faaliyetlerinde kullanılması. İhtiyaç sahiplerinin etnik ve  dini kimlikleri ya da siyasi / ideolojik duruşları üzerinden kategorize edilmeleri.  Halbuki mazlumun ve mağdurun kimliğinin sorulmaması gerektiğini bizden iyi kimse bilmez. Mazlumun tek kimliği vardır, o da mazlumiyettir. Tarih boyunca hiçbir yere sığmayanlar bizim evimize / ülkemize sığmış, hiç kimseye sığınamayanlar bize sığınmıştır. Şayet mazlumları derecelendirip yangından ilk kurtarılacaklar misali bir sıralama yapacaksak bunun ölçütü Türklük, Kürtlük, araplık, Türkmenlik, Şiilik, Sünnilik değildir, olmamalıdır. Bunun tek ölçütü mağduriyetin boyutudur. Bize yakışan şefkat ve merhamette güneş gibi olmaktır.

            John Steinbeck'in Gazap Üzümlerinden bir sahne; Tarlada çalışmakta olan işçilerin yanına bir adam gelir ve işlerine son verildiğini bildiren tebligatları işçilere verir. Neye uğradığını şaşıran işçilerden biri ‘ gidelim patronla görüşelim, burası yine ekilip biçilmeyecek mi? Biz işimize devam edelim’ der. Diğeri’ burayı artık makinalar ekip biçecek, işçi çalışmayacak’ der. İşçi  bu defa ‘ gidelim görüşelim; bu  kadar insanın işsiz kalmasına gönlü razı olmaz belki merhamet eder.’ Adam kayıtsız bir yüz ifadesiyle ‘ bu iş yeri el değiştirdi, sahibi bir adam değil bir banka. Bankaların duyguları olmaz, kuralları olur’ der.

            İnsani erdemlerin kurumlara havale edilmesi, yukarıdakine benzer engeller ortaya çıkarıyor. İyiliğin önüne bürokrasi ve kurallar engel olarak konuyor. Amacı iyilik olan kurumlar iyiliğin önüne setler kuruyor. Bu kurumlarla ilgili en bildik eleştiri varsıllarla yoksullar arasında duvar oldukları. Varsılların konforlu hayatlarını sürdürürken hem steril/ yalıtılmış kalarak vicdanları ile yüzleşmemelerinin hem de dini bir vecibeyi yerine getirmekten kaynaklı huzurlarının aracısı olmaları.

            Bu tür kurumlar işleyişle ilgili referanslarını kendi tarihimizden almaya çalışmalıdır. Bizim medeniyetimiz adalet ve merhamet medeniyetidir ve tarih boyunca iyilik ve yardımla ilgili kurumlarımız hep olmuştur. Ne yaptığınız önemlidir. Nasıl yaptığınız daha önemlidir.