Nerede Söz Verdim

Gökhan Kırlangıç

Eşimiz, dostumuz hatta bizzat tanımadığımız ama bir vesile ile dinleme imkanı bulduğumuz herkes hep bir şikayet içinde. Bu zamanda kimseye güvenilmiyor, yalanın biri bin para, sözünün eri kalmadı… vs serzenişlerine şahit olmamak hayli zor.

 

Evet, çok şeyden hoşnut değiliz ve bu gidişattaki bozukluğa karşı direnmekte çoğunlukla zorluk çekiyoruz. Çünkü kendimizi bir yana çekip; kabahatin büyüğünü  zamana ve onunla gelen bireyselciliğe yüklüyor, birilerinin bizi “olmamız gereken”den koparıp dünyanın kirli tarafına zorla sürüklemeye çalıştığına inanıyoruz. Bu inanmış olmayı mazur göstermek için de bahanemiz hazır: kandırılıp, aldatıldık.

Kültürel, dini ve ahlaki duruşumuz  üzerinde iyiyi atıp kötüye meylettirici bir takım oynamaların yapıldığı su götürmez bir gerçek. Lakin bunun, istemesek dahi zorlama yollarla yapıldığına kendimizi inandırmış olmak bizi yine de “sütten çıkmış ak kaşık” yapmıyor.

 

Bazen kendi  kendimize erdem, dürüstlük, iyilik, ahlakdan bahseden  kısa hikayelerden kısssalardan ibretlik öyküleri anlatmaktan ve dinlemekten son derece haz alıyoruz  ama sadece o alınan hazda kalıyoruz. Hayatın içinde olaylarla karşılaştığımızda ise “geçmişte böyleydi” deyip, tüm o güzelliklerin hatırasını bir kalemde silip atıyoruz acımasızca ...

 Bu doğrultuda gerekliliğini bildiğimiz halde unuttuğumuz, çabuk tükettiğimiz ve belki de hiç tercih etmediğimiz bir emanetimiz var. Sahip çıkmamız gereken onca değer arasında hem karakterimizin, hem de inancımızın seviyesini süzgeçten geçiren ve “vaad” olarak bilinen bir terazi…

Ve sonra ayetin ışığı sarıyor bizi ama biz hala sözler vermeye devam ediyoruz.

O mesaj ki

Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsra, 34)

Ama herşeye rağmen  evde, okulda, işyerinde kısaca insanın ve sosyal iletişimin olduğu her yerde şayet verilen söze, bulunulan vaade sadakat yoksa; orada güven duygusunun yerini güvensizliğin, bencilliğin, sorumsuzluğun, vurdumduymazlığın alması içten bile değil. Aldığı borcu tayin edilen zamanda ödeyeceğine söz verenin umarsızlığı, nikah evveli verilen sözlerden keyfi olarak cayılması, yardımına koşulacağına garanti verilenin mazeretsiz yüz üstü bırakılması, belirlenen buluşma vaktine duyarsızlık gibi nice örnekleri sıralasak da “yapacağım, edeceğim” kelimelerinin ardına saklanılan her vaade sadık olmamak, bireyden topluma uzanan tüm olumsuzlukları peşi sıra sürüklüyor.Sonra güvensizliik senfonisi  dinmiyor.Yaralıyor kalpleri.

Sözün özü şudur ki

İnsan kendi gözünü vasıtasız görmeye kabiliyetli yaratılmamıştır, dolayısıyla gözü  hep başkalarının yerine getirmediği vaadi-sözü görür,  hatta  sürekli dilimize dolarız da “ben sözümü nerede unuttum?” sorusunu kendimize yöneltmek zahmetinde bulunmayız, uzağımıza  atarız olabildiğince işte bütün problem de burada başlıyor öyle değil mi ?

 Kalın efendim sağlıcakla