Bazı şeylere o kadar alıştık ki hiçbir şey bizi şaşırtmıyor. Kadınlar öldürülüyor, ormanlarımız yanıyor, ekonomik kriz... Sürekli zamlanan ürünler, yağmayan yağmurlar, artan kuraklık, gün geçtikçe kirlenen çevre. Tüm bu olanlar çok normal geliyor. Ve biz tüm bu ‘normal’ görünen olayların arasında, durup düzeni değiştirmek yerine susup oturuyoruz.
Nereye kadar…
Nereye kadar susup oturmaya devam edeceğiz? Nereye kadar görmezden geleceğiz? Nereye kadar yokmuş gibi yapacağız?
Gençler hayal kuramıyor artık. Herkes günü nasıl atlatırım derdinde. Gençler sosyal aktivite yapmak için çalışmaktan vakit bulamıyor. Milyonlarca üniversite mezunu işsiz, hatta dünya genelinde üniversite mezunu işsiz sıralamasında 1 numarayız. Ve gençler artık okumak istemiyor. Çünkü okumanın da bir anlamı kalmadı. Diplomalar umut değil çaresizlik belgesi haline geldi. Çoğu genç bu ülkede gelecek göremediği için Türkiye’den gitmek istiyor.
Hani gelecek gençlerindi. Gençler nereye gidiyor... Daha doğrusu gelecek nereye gidiyor? Peki bizler bu gidişatı izleyerek nereye varıyoruz? Millet susuyor ve dediğim gibi suskunluk en çokta bizi tüketiyor. Korkuyoruz, alışıyoruz, boyun eğiyoruz. Ve böylece gün gün çözüyoruz. İnançlarımız, hayallerimiz, umutlarımız hepsi birbir alınıyor elimizden...
Ve biz gün gün sustukça çökerken, ekran başında bize anlatılan yalanları dinliyoruz. Gerçekleri bilsek de, yaşasak da, duysak da, susuyoruz. Ama susmak çözüm değil. Sorgulamalıyız, uyanmalısın. Ormanlarımıza, kadınlarımıza, çocuklarımıza, memleketimize ve geleceğimize sahip çıkmalıyız. Çünkü gelecek bugünkü suskunluğumuzun bedelini sadece biz değil, bizden sonra gelecek olan herkes ödeyecek.
Sen susarsan, ben susarsam... Herkes susar. İşte bu yüzden birilerinin ses çıkarmasını bekleme. Ses çıkar. Geleceğe, adaletsizliğe, sessizliğe ve umutsuzluğa karşı...
Ben varım, buradayım, geleceğimize sahip çıkıyorum diyebil.