Biz büyükler bizden sonra gelecek nesilleri eğitmeyi, bir şeyler öğretmeyi, yarınlara hazırlamayı görev biliyoruz ve kaçınılmaz bir iş gibi görüyoruz. Sahi bu işi, bu görevi kim verdi bize? Nasıl ve neden üzerimize kaldı? Farkındayım yaratılış icabı mündemiç olarak üzerimizde olan bir vazifeyi sual ediyorum. Nitekim insan, öğrenen bir varlık ve bize ilk öğretilen eşyanın ismi. Habil-Kabil hikayesinde de öğreten ve öğrenen var.
Mevzuyu sosyolojik ya da teolojik açıdan değerlendirecek değilim akademik bir havaya sokacak hiç değilim, tarihsel arka plana girmeye de niyetim yok. Lakin konu eğitim, konu öğrenciler olunca zaman zaman üzerine konuşmak kaçınılmaz oluyor.
Bir çocuğu yetiştirmek, aslında bir toplumu şekillendirmek olsa gerek. Filhakika kendi yaşadığımız toplumu da inşa etmekteyiz ve bu sürgit devam ediyor ayrıca hiç kesintiye uğramıyor. Çetin, zor ve meşakkatli bir sınav… Ve biz, hep birlikte bu büyük sınavın içindeyiz. Her birimizin evinde, okulunda, sokağında, yanında uzağında büyüyen bir çocuk var. O çocuğa ne gösterdiğimiz, neyi örnek verdiğimiz, hangi değeri önemsediğimiz, nasıl şekillendirdiğimiz yarının aynası olacak.
“İğneyle kuyu kazmaya niyet etmektir çocuk büyütmek” derdi haminnem, doğru dermiş hakikaten. Bir çocuğu yetiştirmek, bir ağacı büyütmeye benzer. Köküyle ilgilenmez, sadece dallarına su serperseniz, o ağaç rüzgârda ilk devrilen olur. Ne yazık ki günümüz velileri, kökleri unutan bir çağın çocuklarını büyütüyorlar. Gölgesinin güzel olmasını isterken, toprağın kıymetini bilmiyorlar.
Çocuklarımızı seviyoruz ama bazen sevgimizin yönünü şaşırıyoruz. Onları üzmemek adına her isteğini yerine getiriyoruz; sanki her “hayır” bir kalp kırıklığıymış gibi davranıyoruz. Oysa gerçek sevgi, sınır koyabilmeyi de bilmektir. Sınır, baskı değil; güvenin çerçevesidir. Çocuğu korumak, onu hayattan saklamak değil; hayatla tanıştırmaktır.
Biz, “mutlu çocuk” yetiştirmeye o kadar odaklandık ki, “iyi insan” yetiştirmenin inceliklerini unuttuk. Mutluluk, konforla; iyilik ise emekle büyür. Oysa biz, konforun peşine düşüp emeği ihmal ediyoruz. Belki de farkında olmadan, sabırla değil, hızla büyüyen ama kök salamayan bir nesil oluşturuyoruz.
Çocuklarımızın meslekleri, kazançları, sahip olduklarıyla o kadar çok ilgilendik ki erdem, değer, karakter gibi hakiki insani vasıflar sıradan ve hatta gereksiz kaldı. Modern dünyanın modern vatandaşı olsunlar istedik, konforları yerinde, kariyerleri zirvede, kazançları kıskanılır olunca işimizi hakkıyla yaptığımıza inandık. Diğer yandan yardım etmeyi boş, affetmeyi zayıflık, hoş görmeyi enayilik olarak varsaydık.
Karakteri zayıf, ahlakı eksik bir zihin; altınla kaplanmış bir kafes gibidir. İçinde kuş vardır ama uçmayı unutmuştur. Bir genç, çok iyi bir meslek sahibi olabilir ama merhameti, adaleti, sabrı öğrenmemişse o eğitim, yalnızca dış kabuğun süsüdür. Birçok velimiz “Hocam, neden düşük not aldı?” diyorlar ama “Hocam, nasıl bir insan oluyor?” diye sormayı unutuyorlar.
Kıyaslamayı da çok seviyoruz. “Bak arkadaşın neler yapıyor?” demek, belki iyi niyetli bir uyarı gibi geliyor kulağa. Ama her çocuk, kendi mevsiminde açan bir çiçek gibidir. Biz bazen kışın ortasında bahar bekliyoruz. Oysa görevimiz, mevsimi değiştirmek değil; o mevsimi anlamak.
Çocuğuyla arkadaş gibi olan ebeveynler kesinlikle iyi niyetli ve sevgi dolular lakin arkadaş olmak, arkadaşa yakışır. Yakınlık, samimiyet, açıklık ve güven kast ediliyorsa bunu anne-baba olarak sağlamak daha sağlıklı olanı değil mi? Bir çocuk, bizden arkadaş olmamızı değil; örnek olmamızı ister. Arkadaşlık eşitlik ister, ebeveynlik ise rehberlik. Biz, onları fazla dinleyip az yönlendirdiğimizde, onları özgür bırakmıyoruz, yalnız bırakıyoruz.
Velilik, sadece korumak değildir; hazırlamaktır. Her şeyi çocuğun önünden çekmek, hayatın dikenlerini ayıklamak, onu korumaz, sadece zayıflatır. Çünkü hayat, pamukla değil, tecrübeyle öğretir. Bir çocuk, düşmeden yürümeyi, üzülmeden büyümeyi, beklemeden sabretmeyi öğrenemez. Çocukların hatası, yanlışı, kavgası olacak. Her düştüğünde her kavga ettiğinde onun yerine acı çekip onun yerine konuşmaya başlarsak bağımlı ve kendini gerçekleştiremeyen bir genç oluverir.
Bugün çocuklarımız, teknolojinin değil, duygusuzluğun içinde kayboluyor. Ekranlar büyüyor, gönüller küçülüyor. Anne-baba ilgisi, bir bildirim sesine yeniliyor. Oysa çocuk, göz teması ister dokunuş ister kalpten gelen bir “aferin” ister. Velilik kadim ve mühim bir sanat; sabırla, farkındalıkla ve vicdanla icra edilirse, toplumun temeli sağlam olur. Çünkü “iyi” çocuklar, “iyi” anne-babaların sessiz emeğidir.