NO TRENTRY UZAK DEĞİL

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Mart toplantısı sonunda FED’in beklendiği gibi faizleri 25 baz puan artırmasının artçı yorumları, tıpkı önceki açıklanan kararlarda olduğu gibi ülkelerin ekonomi ajandalarının ön sıralarında yerini almaya devam ediyor. Yaklaşık bir hafta süren bu süreçten sonra ülkeler, FED kararının kendilerine yansıyan etkilerini lehlerine çevirmek için gerekli politikaları belirleyip uygulamaya koymaya çalışırlarken, bölgesel FED başkanları tekrar ABD ekonomisinin durumu ve geleceğiyle ilgili – bence kasıtlı olarak – açıklamalar yaparak, küresel ekonomiyi adeta kontrolleri altında tutmak için ellerinden geleni ardına koymamaktadırlar. Ülkeler bu açıklamaları da içselleştirdi derken bu defada, ECB toplantısında alınan kararlar ekonomileri etkisi altına alırken yine FED benzeri gelişmeler gerçekleşmekte, aynı tiyatro oynanmaya devam ettirilmektedir. Aralarında bir iki hafta olmak üzere yaklaşık her kırk beş günde bir, yılda sekiz toplamda on altı defa yapılan, üstelik yaklaşık bir hafta öncesi olası kararlar ve sonrasında alınan kararların etkilerinin tartışılması da göz önüne alınınca, FED ve ECB toplantılarıyla dünyanın nasıl bir kıskaç içine alındığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Keynezyen politikaların, bir yandan 1974 petrol kriziyle ortaya çıkan stagflasyon sorunu çözememesine bağlı olarak 1980’li yıllardan itibaren liberal neoklasik ekonomi politikaların güçlenmesi, diğer yandan 1960’lı yıllarda reel ekonominin 1980’lerde finansal sektörün, küreselleşmesinin etkisiyle hızla tüm dünyaya yayılması, günümüzde FED, ECB gibi temsil ettiği GSMH gibi temel ekonomi büyüklükleri oldukça fazla olan kurumların kararlarının önemini ve etkisini artırdı. ABD ve AB’nin, dünya üzerinde kapsadığı üretim ekonomisinin hacmi dikkate alındığında, bu ülkelerin finansal boyutunu yerine getiren FED ile ECB’nin her attığı adımın, dünya tarafından neden pür dikkat takip edildiği kolaylıkla anlaşılmaktadır. Bu gerçekten artık kaçılamayacağına göre, gelişmekte olan ülkeler ve bu grubun içinde ülkemiz gibi özellikle enerji ithal etmek zorunda olan, ayrıca cari dengesi negatif veren ülkeler başta olmak üzere, artık yıllardır duymaktan gına geldiğimiz, ancak kısa vadeli popülist hesaplar yüzünden bir türlü uygulama aşamasına geçilemeyen yapısal reformlara başlanılması zamanının, çoktan gelip de geçmek üzere olduğudur.

          Gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı temel iktisadi bir çok sorun, hemen hepsinde görülmektedir. Bunların üzerine genel olarak yine çoğunda yaşanan, görünürde dillerden düşürülmeyen ancak pratikte ciddi derecede defolarla dolu olan çoğulcu demokrasinin yerleşememesi, toplumları kuşatamamasıdır. Bir ülke halkının, anayasa ile teminat altına alınması gereken hukuk, demokrasi ve insan haklarına olan güveninin sarsılması, o ülkenin bittiğini, sonunun geldiğini, gelişme ve refah düzeyinin yükselmesi ihtimaliyle ekonomi, siyasi ve toplumsal sorunlarla yaşamak ve diğer ülkelerin kendisine dayatılan politikaları uygulamaktan başka çaresinin kalmadığını gösterir. Bu konuma düşmüş bir ülke için, bu kuralları dayatanın para politikalarının uygulanması açısından FED olmuş, ECB olmuş bir önemi yoktur. Aynı şekilde maliye politikası araçlarından konuya yaklaşıldığında, doğrudan sabit yabancı yatırımlar ile ulusal sabit yatırımların yönünün hangi alanlara yapılacağının öneminin olmadığı gibi. Eğer yukarıda sayılan temel koşulların tam olarak güvence altına alınmasıyla ilgili halklarının şüphelerini giderecek reformları yapamayan ülkelerin, değil iktisadi hiçbir konuda gelişim göstermeleri mümkün değildir. Ekonomik, siyasi, sosyal ve toplumsal gelişim sürecinde geri kalarak zayıf duruma düşmüş ülkelerin efendisi FED, ECB, IMF, ABD, EU, FITCH, MOODY’S, S&P 500 gibi başka kurum(lar) veya ülke(ler) olur, ama mutlaka biri olur.

          Türkiye olarak yapmamız gereken, artık iyice yaklaşan ve gündemin ilk sırasında yerini alan referandum sürecini yüksek nitelikli rekabet koşullarında tamamlayıp, sonuç ne olursa olsun iktidarıyla muhalefetiyle, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Boşnağı, Romanı, Zazası, sağcısı solcusu, sünnisi alevisi  vb. ile ülkemiz menfaatleri etrafında toplanmaktır. Bu birlikteliği sağlarsak, AB ülkelerinin yarım yüzyılı aşan oyalama taktiklerine aldırmadan,  onların himayesine ihtiyaç duymadan gerekirse kendi yolumuzda ilerleyerek [halkımızın görüşüne başvurup referandum yoluyla AB’ye girmemeyi dahi göze alarak (NO TRENTRY)], kendi göbeğimizi kendimiz keseriz, artık neler olacağını AB ve destekleyicileri düşünsün. Türkiye olarak bundan sonrası kaderimizi ise istihdam artırıcı, modern eğitim ve ileri teknolojiye dayanan, katma değeri yüksek imalat sanayi temeline dayalı üretim aşamasına geçme yolunda kaydedeceğimiz başarı düzeyi belirleyecektir.   

 

          Soru: Piyasalar süpürülmemişken (toplam arz > toplam talep) enflasyon olmaz mı? Neden? 

          Sözün Gözü: Söz kişinin şerefidir herkes aynaya baksın, özellikle sen.