Öğretilmiş Çaresizlikten Uyanıyor muyuz?

Mehmet Toker
Osmanlı Devleti'nin, içerdeki hainlerin entrikaları, algı operasyonları, planlı ihanetleri ve dışarıdaki düşmanlar ile işbirliği neticesinde dağılıp tarih sahnesinde kaybolduğundan bu tarafa Müslümanlar üzerinde müthiş bir "öğretilmiş çaresizlik" psikolojisi var. Hilafet sancağının, İngilizlerin emri/isteği ve bir oldu bitti neticesinde indirilmesinin akabinde bu çaresizlik, beraberinde  ümitsizliği, hımbıllığı ve ataleti de getirdi. Hilafet sancağının altından dağılan Müslümanlar, düşmanlarının istediği gibi küçük küçük devletçikler halinde siyasi hayatlarını sürdürme anlayışı içerisine girdiler.
 
Özellikle, son dörtyüz yıl Halifelik makamını uhdesinde tutan ve hilafet sancağını dalgalandıran bu topraklarda; İslam adına var olan bütün kültür ve medeniyeti, muasırlaşma kamuflajının arkasına gizlenerek aleni bir düşmanlıkla yok etme mücadelesi başlatıldı. İslamı yansıtan her türlü kültür ve medeniyet ögesi açık bir hedef haline getirildi. Bu yıkım, çağdaşlaşma, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma kamuflajı altında ümitsizlik ve çaresizlik içerisinde ki Müslüman yığınlara istibdat ile kabul ettirildi. Sembol değeri olan camiler müzeye çevriliyor, tarihi camiler satılıyor, depo, at ahırı, resmi devlet daireleri olarak kullanılıyordu. İslam medeniyetinin bir yansıması olan ve sosyal millet anlayışının ete kemiğe bürünmüş hali olan vakıflar ve vakıf malları yağmalanıyor, şahıslara  üç kuruşluk fiyatlarla satılıyordu. Ezan Türkçeleştiriliyor, Kur'an'ı orijinal dilinde okumak yasaklanıyor, buna cüret eden müslümanlar yine eziyet ve işkencelerle bastırılıyordu.  Yeni gelen nesillerin tarihle olan bağını kesmek için, uydurulmuş, akların kara, karaların ak gösterildiği yalan bir tarih anlatıyordu.  Kısacası İslam'ı, toplum hayatından siyasal, sosyal, kamusal hayattan uzaklaştırıp sadece şekilsel folklorik bir görsellik haline getirmenin mücadelesi sürdürülüyordu.
 
Bu dönemde, toplumda oluşan gerilimi azaltmak için kontrollü bir din eğitimine izin veriliyormuş gibi yapılırken;  diğer yandan da Müslümanların üzerindeki gaflet uykusu daha da ağırlaşsın diye, İslam kültürünün, genç nesillere ruhundan koparılarak, sadece ruhsuz bir biçimde sunulmasına müsaade ediliyordu. Müslümanlara öğretilmeye başlanan yeni çağdaş, laik,  din düşüncesinde İslam'ın ruhu diyebileceğimiz bir kavramı bırakın öğretmeyi,  faraza konuşmanızın arasında dil sürçmesi ile kullanmak bile neredeyse affedilemeyecek suç kapsamında görülüyordu. Bu ruhun ne olduğunu, yani Müslümanları ümitsizlik bataklığından, çaresizlik saplantısından kurtaran, Mü'minlere gayret ve ümit veren ruhun ne olduğunu, en iyi içimizdeki kripto Sabataist Siyonist Yahudiler çözmüştü. 
 
O ruhun adına Kur'an-ı Kerim;  "Cihat" diyor ve o ruha sahip olan  Müslümanlara da yine Kur'an-ı Kerim; "Mücahit" diyor. Cihat, Müslümanları hımbıllıktan, uyuşukluktan, zavallılıktan, tembellikten,  pısırıklıktan, çaresizlikten ve ümitsizlikten koruyan, müminlere mücadele ruhu veren bir kavram. Yani İslam'ın diriliğinin, Müslüman'ın dirliğinin, manevi gücünün ruhu diyebileceğimiz bir kavram.  Ama bu kavramla alakalı en ufak bir bilgi kırıntısı dahi, güya %99'u Müslüman olan bu ülkenin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredatında yok. Birisi dil sürçmesi veya hasbel-kader cihattan bahsedecek olduğu zaman hemen radikallikle, köktendincilikle, laiklik karşıtı olmakla,  devrim karşıtlığı ile suçlanarak susturuldu. Çünkü biraz önce de ifade ettiğim gibi içimizdeki kriptolaşmış Siyonist Sabetayist Yahudiler diri bir ruha sahip Müslüman bir gençlik ve Müslüman bir toplum istemiyorlardı. Bu onların işine gelmezdi.
 
Cihat, sadece savaş, silahlı mücadele demek değildir.  Kur'an-ı Kerim'de, Cihad kavramının; Allah'ın rızasına uygun bir şekilde İslam'ı yaşama ve yaşatma çabası olarak tarif edebiliriz. Cihadı, müslümanın hayat gayesi, Allah CC'nün  koymuş olduğu kanunların, Allah Rasûlü'nün koyduğu ölçülerin fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmaktan, İslam'ın diğer insanlara anlatılmasına, ulaştırılmasına kadar geniş bir mânâ yelpazesi içerisinde tarif edebiliriz. Elbette bu yelpazenin içerisinde İslam ülkesini, Müslüman halkları, her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma bu konuda silahlı çatışma, savaşmak manasını içerdiğini de söylememiz gerekir.  Kur'an-ı Kerim'deki ayetler ışığında Cihadı; bir sulh, barış zamanlarında Cihat, iki savaş zamanında Cihat olarak anlayabiliriz.  Barış zamanında Cihat; düşmanların silahlarına karşı ekonomik, siyasal, sosyal, ilmi, bilimsel gerekli tedbiri almak, savaş hazırlıkları yapmak, düşmanın sahip olduğu silahlar mukabilinde silahlanmak, Allah'ın dinini eğitim-öğretim, basın-yayın yoluyla yaymak, İslam ahlakını yaşayarak örnek olmak, yetişmekte olan nesilleri Allah'a kul, Hz. Peygambere ümmet olarak yetiştirmektir. Savaş zamanında ki cihada gelince; o da Kur'an-ı Kerim'de kavram olarak "harb" ve "kıtal" kavramlarının da karşılığı olan, Müslümanlara saldıranlara karşı silahlı mücadelede bulunmak olarak ifade edebiliriz.
 
Kur'an-ı Kerim Tevbe Sûresi 36. ayeti kerimede; "Müşrikler sizinle nasıl topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın!" ve Bakara Sûresi 193. ayeti kerimede; "Fitne kalmayıncaya ve dinde yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın, vazgeçerlerse artık zulmedenlerden başkasına hiçbir düşmanlık  yoktur!" buyurulması, silahlı mücadeleyi mübah kılan durumları ifade etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de savaşı ilk emreden ayet: "Size savaş açanlarla Allah yolunda sizde savaşın, ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez!" Bakara Sûresi 190.  ayetidir.  Bu üç ayeti kerimeyi değerlendirdiğimizde savaşı mübah kılan sebep müşriklerin, gayrimüslimlerin İslam'a, Müslümanlara, Müslümanların yurduna savaş açmaları, ırzlarına, namuslarına, maddi ve manevi varlıklarına  kast etmeleri sebebiyledir.  Yoksa İslam, işgalci, sömürgeci bir savaş anlayışını asla emretmez, benimsemez. Çünkü İslam anlayışında inanmasa bile, Allah'a şirk koşsa bile, her insanın yaşama hakkı vardır. İnancından dolayı kimse öldürülmez veya Müslüman olmaya zorlanamaz. Müslümanlar kendi sınırlarının ötesinde savaşa başlamışlarsa veya savaşı başlatan taraf olmuşlarsa, bu da yeryüzündeki bir fitneyi kaldırmak niyeti ve amacı taşıması gerekir.
 
İşte İslam'ın ruhu diyebileceğimiz, gerek barış zamanlarındaki Cihat anlayışı, gerekse savaş zamanlarında ki Cihat analyışı  Müslümanların beyninden zihninden kalbinden çıkarılmıştı. 28 Şubat döneminde bir Müslüman, Allah'ın dinini davasını yüceltmek için çalışmayı, mücadele etmeyi kastederek "cihad" dediği zaman bir anda "Radikal İslamcı", "köktendinci" diye yaftalanıyordu. Müslümanları uyuşuk, hımbıl bir vaziyette kontrol altında tutup, faiz lobileri ile sömüren, öldüren, soykırım yapan, katleden, biribirine kırdıran, Müslümanlara yeryüzünde yaşama hakkı tanımayan, işgalci sömürgeci anlayış, Müslümanlara sürekli olarak saldırmaya devam etti. Müslümanlar çaresizlik ümitsizlik girdabında kıvrım kıvrım kıvranarak, kendilerini kurtaracak bir el beklentisine girmiş olsalar bile Müslümanları yok etmeye azmetmiş güç; bir yanlış yaptı. Farkına varmadan "İslam'ın Ruhu" kabul edilen, bu "Cihat Ruhu'nu" yeniden alevlendirdi. Müslümanlar baktılar ki; kurtarıcı beklemekle kurtulacakları yok, çalışarak, cehd ederek, alın teri dökerek, üreterek kendi göbeklerini kendilerinin kesmesi gerektiğinin farkına vardılar. Artık çaresizlik ve ümitsizlik kasvetini, hımbıllık ağırlığını üzerlerinden atmanın, o gafletten uyanmanın yollarını araştırır oldular.  İşte bugün şahit olduğumuz durum bu uyanıştan, bu Cihad Ruhunu yeniden İslam bedenine döndürmekten ibaret. Eğer Müslümanlar, dünyadaki emsallerinden çok daha iyi İHA'lar SİHA'lar üretiyorsa, düşmanın elektronik harp teknolojisini, radarlarını devre dışı bırakan,  güdümlü füzelerini etkisiz hale getiren KORAL sistemleri, radarlar, akıllı mühimmatlar, ÇNR'ler, zırhlı araçlar, savaş gemileri, milli piyade ve keskin nişancı silahları üretiyorsa, öğretilmiş çaresizlik zincirini kırıp, barış zamanında olması gereken Cihad ruhunu yakalamalarında dolayıdır.  Yani Kur'an-ı Kerim'de Enfal Sûresi 60. ayeti kerime de ki "Onlara karşı, gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla, Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez!" ilahî  mesajının kavrandığını, Ruhun yakalandığını  göstermektedir. Ayet-i Kerimede dikkatimizi çeken husus, "Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı" ifadesinden sonra; "onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği düşmanlarınızı korkutursunuz" ifadesi olması lazım. Bugün Müslümanların teknolojik harp silahlarına sahip olması, modern silahlarını kendisi üretir bir güç haline gelmesi, dışarıdaki düşmanları korkuttuğu gibi; içimizde bizden diye gördüğümüz, düşman olarak görmediğimiz bir takım kimseleri de ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Ya da şöyle ifade etmek gerekirse, o teknolojik silahları ateşlediğimizde sesin sadece hedefteki düşmandan değil, dünyanın dört bir tarafından  dost yada müttefik olarak gördüğümüz noktalardan başkentlerden de gelmesi bu Ayet-i Kerimenin mesajını bir kez daha ortaya koymaktadır.
 
Cihad,  müslümanı diri tutan, müslümanın hayatını anlamlandırmasını sağlayan, barış zamanında ilmi, bilimsel, teknik-teknolojik, ruhi, nefsi mücadeleyi, savaş zamanında da silahlı mücadeleyi ifade eden bir kavram; öğretilmiş çaresizliğin yegane ilacı, ümitsizliği yok eden, gafleti ortadan kaldıran tek güçtür. Cihadı yeniden bilinçaltımıza, gönlümüze, kalbimize yerleştirmek gerekiyor yoksa Cihadsız İslam toplumu ruhsuz bir bedendir yani cesettir... Barış zamanlarındaki cihadı kazanamayanlar savaşı (kıtal-harb-cihad) da kaybetmeye mahkumdur. Hayat, İman ve Cihattır...