Okumak ile Hayat Arasında Bağlantı Var mı?

Mehmet Toker
Her şeyden önce okumaktan kastımız nedir? Bu soruya cevap vermemiz gerekiyor. Günümüzde okumak ile öğrenim görmek, kavram olarak bir birine karıştırılıyor. "Okuyor musun?" sorusuna genellikle gençlerimiz; "Evet lise okuyorum.  Üniversite de falanca  fakültede okuyorum. Falan bölümü okuyorum."  gibi cevaplar veriyorlar. Okullarda, müfredat ve mevzuata bağlı olarak  yapmış olduğumuz faaliyetin adı eğitim ve öğretim görmektedir. Okumak değil. Kavram kargaşası olmasın, kavramlarımızı netleştirelim.  Okumak, herhangi bir şarta, ilkeye, mevzuata, müfredata bağlı olmaksızın, kendi irademizle gerçekleştirmemiz gereken, insanca bir eylemdir. Zira okumak kainatta sadece ve sadece insanoğluna bahşedilmiş en mükemmel melekedir.
 
Bugün bazı hayvanlar, eğitilmek suretiyle insan gibi iki ayağı üzerinde yürüyebiliyor, dans edebiliyor, geri geri yürüyebiliyor, komutları anlıyor, cinsine ve familyasına göre bazı hayvanlar birkaç kelimelik de olsa konuşarak, insanı taklit edebiliyor ama henüz hiçbir hayvan okuyabilme melekesine, yeteneğine sahip olamadı. Onun için okumak, Rabb'imizin kainatta sadece ve sadece  insana vermiş olduğu bir ikram, bir lütuftur. Onun da ötesinde okumak, müslümanca bir eylemdir. İslam'ın kitabı olan Kur'an; "Oku!" diyerek inzale başlayan bir kitaptır.  "Oku!" diye başlayan kitabın içerisinde; düşünmek, akletmek, sorgulamak, ibret nazarıyla bakmak sık sık hatırlatılmaktadır.
 
Hayat nedir?  Hayat Bizim elimizdeki tek sermayemizdir.  Bize verilmiş olan, her gün harcayarak tükettiğimiz, tek sermayedir. Eksildiğinde, yerine tekrar koyamadığımız/koyamayacağımız sermayemizdir. Hesabını, adedini, sayısını bilemediğimiz, bize daha ne kadar verileceğini kestiremediğimiz, daha ne kadar sahip olacağımız konusunda hiçbir bilgimiz olmayan, tamamen Allah'ım takdirinde olan tek sermayemizdir. Hayat, zamanında kıymetini bilmediğimiz ve belirli bir tecrübe kazandıktan sonra geriye dönüp, "keşke bugünkü aklım olsaydı...!" diye cümleler kurmamıza sebep olan tek sermayemizdir. Hayat, gideni  geri getiremediğimiz, yineleyemediğimiz, yenileyemediğimiz, kıymetini ancak kaybettiğimizde idrak ettiğimiz tek sermayemizdir.
 
Hayatın "U" dönüşü yoktur! Dünkü yaptığımız yanlışı, evvelki güne giderek düzeltme, boşa geçirdiğimiz dünü, heba ettiğimiz hayat sermayesini bir önceki güne giderek değerlendirme imkanımız da yoktur. Geriye dönüş, mümkün değildir.  İçerisinde yaşamış olduğumuz bu hayat, öyle bir mefhumdur ki; boşluk kabul etmez! Hayatımızı olumlu şeylerle değerlendiremiyorsak, mutlaka olumsuz şeyler dolduruyordur. Hayatımızı biz dolduramıyorsak, mutlaka başkaları veya birileri dolduracaktır. Yani bizim kullanmadığımız, kullanamadığımız hayat sermayesini, birileri bizden izinsiz, biz farkına varmadan, bozuk para gibi harcayacaktır.  Harcanan o sermayeyi yerine koyma, telafi etme imkanımız olmadığı için de genellikle elimizde pişmanlık kalıyordur. Öyleyse hayatımızı ne ile doldurduğumuz, ya da bizzat kendimizin doldurdup dolduramadığı çok önemli bir husustur.  Burada sormamız gereken asıl soru şudur; "Hayat sermayesini harcarken önceliklerimiz, sermayeye bakış açımız, bizim irademiz ve bizim önceliklerimiz mi belirleyici; yoksa hiç farkında olmadan güneşe maruz kalmış buz gibi eriyip akıp gidiyor mu?"  Şu hususunda   farkında olmamız  lazım ki;  hayat dediğimiz sermaye, an'ların sayımı olan zamandan bir parça.  Hayatta boş zaman yoktur, boşa geçen zaman vardır. Tam manasıyla boşa geçmişte diyemeyiz-hayat boşluk kabul etmez- mâlâyâni ile olumsuz şeylerle doldurulmuş bir zaman vardır.
 
"Peki, hayat dediğimiz, elimizdeki bu sermaye gerçekten  bizim midir?" Bazen böyle beylik cümleler kurarız. "Benim hayatım!" gibi... "Benim hayatım", ifadesi, mülkiyet noktasında ya da aidiyet noktasında ne kadar gerçekçi bir ifadedir?  Hayat, bizim değildir. Hayat, bize emanettir. İlletlere bağlı olarak bize bahşedilen, illetlere bağlı olarak sürdürdüğümüz, illetlerden birisi gerçekleşmediği zaman nihayete erecek olan, bitecek olan bir emanet. Hayat, çevresindeki her şeyle tepkimeye giren kimyasal değil ama varoluşsal bir gerçektir. Her şeyden etkilenir ve çevresini de etkiler. Bir insanın hayatı, bazen birçok, bazen bütün insanların hayatını dahi etkileyebilir.  Yada etliye sütlüye bulaşmadan dar bir çevrede ve çerçevede tükenir gider.
 
Hayat sermayesinin diğer bir özelliği de, hesabını vereceğimiz bir emanet sermaye olmasıdır. Çünkü, bize ait olmadığından dolayı, hayatı bize bahşeden güç(Allah), elbette ki bu sermayeyi nasıl değerlendirdiğimiz konusunda da hesabını soracaktır. O zaman, bir iç muhasebe anlamında kendimizi değerlendirmek adına, "Hayatımızı ne ile dolduruyoruz, hayatımızın temeline hangi değeri koyuyoruz?" sorularını sorup cevap vermemiz gerekiyor. Eğlence mi, para mı, zenginlik mi, makam mı, güzellik mi, şan-şöhret mi, nasıl bir hayat hayalimiz var? Eğlence, tamamen gelip geçici bir yanılgıdır ve insanlara mutlak mutluluk ve huzur vermez. Para, hayatın sürdürülmesi adına bugünkü dünya şartlarında "yeteri kadar" olması gereken bir meta. Ama o, "yeteri kadar" ölçüsünü belirleyecek olan yine insanın kendi kanaatkârlığı ve dünyaya bakış açısıdır. Zenginlik, izafi bir şeydir. Milyarlarca paraya, tonlarca altına sahip olan insan zengin sayılmazken, kimseye borcu olmayan, kafasını huzur içerisinde yastığına koyan insan zengindir. Çünkü bu da, insanoğlunun hayata yüklemiş olduğu anlamla alakalıdır. Şan-şöhret gelip geçicidir. Tıpkı hayat gibi... Güzellik, yakışıklılık onlarda değişen, dönüşen  beden yapısı üzerinden tarif ve tasnif edildiği için gelip geçici... Makam, mevki hayatın renklerinden birisi ama Hz. Süleyman bile öldü...
 
O zaman şu soruyu sormanız gerekiyor. Önceliğimiz, geleceğimizi inşa ediyor mu? Değer noktasında, hayattaki önceliğimizi belirlemek  ve hayat sermayesinin kalan kısmını o önceliğimizi gerçekleştirmek adına kullanabiliyor muyuz?  Yazımızın başında, okumanın, insanca bir eylem olduğunu ifade etmiştik. Okumadığımız zaman, hayatımızı nelerle dolduruyoruz?  Hayatta fail/etkileyen/yöneten mi olacağız, mef'ul/etkilenen/yönetilen mi?  Bu ayrımı, kendimizin yapıp kararımızı vermemiz gerekiyor.
 
Günümüzde, insanların köleleştirilmesi, savaşlardan sonra esir alınan insanlar üzerinde yapılan bir eylem değil? İnsanların maneviyatı ve ruhu çalınarak köleleştiriliyor. İnsanoğlu, sahip olmuş olduğu değerin, sermayenin, yani hayatının farkına varmadan yaşayıp, hazineyi tüketip, emaneti çarçur ediyor. Şayet, kendimize özgü hür bir hayatımızın olmasını istiyorsak, bu okumaktan, okuyarak; çevremizin, kainatın, hayatımızın farkına varmaktan geçiyor. Okumak, insana sahip olmuş olduğu sermayenin bilincinde olması şuurunu kazandırır. Okumak, hayatı sevdirir. Çünkü okuyan insan, bütün yazarların hayat birikimini, bilgisini, kendi hayatına taşır. Dolayısıyla,  kişinin hayatını zenginleştirir, çeşitlendirilir. Kitap okumak, düşünceleri olgunlaştırır. Çünkü okumak, düşünceyi besleyen, geliştiren, çabuklaştıran ana kaynaklardan birisidir. Kitap okumak, stresi azaltır. Okumayan toplumlarda, stres kaynaklı psikolojik rahatsızlıkların, daha yüksek oranlarda olduğu, bugün müşahede edilen bir gerçektir. Kitap okumak insanın zihnini açar. Hantallıktan kurtarır.  Kainata, kâinattaki hadisâta bakışınızı, ufkunuzu genişletebilir. Kitap okumak, insanı hayatında, seyirci olmaktan kurtarıp, oyun kurucu haline getirir. Mef'ul olmaktan kurtarıp, fail yapar. Kitap okumak, yaşadığımız hayattan haz duymamıza, zihnimizi süslememize, karar verme yeteneklerimizi geliştirmemize, ruhen olgunlaşıp, erdemli bir insan olma hususunda mesafe kat etmemize katkı sağlar. Çünkü kitap okumak insanın hayal gücünü geliştirir. İnsanlığa bakış açısını değiştirir ve toplumsal ilişkilerimizin kalitesini arttırır.
 
"Okumak, müslümanca bir eylemdir" dedik. Çünkü inanmış olduğumuz Kur'an'ın, insanla, insanlıkla buluşan ilk beş cümlesinde; "Oku!" emri 1. ve 3. ayette iki defa tekrarlanır. 4. Ayette "kalemle öğretmeye" vurgu yapılıyor. İnandığımız kitap, düşünmeyi, akletmeyi, araştırmayı, körü körüne taklit etmemeyi, soruşturmayı emrettiği halde bugün biz tam tersi bir hayat yaşıyoruz.  Bu hasretlerimizi kaybetmiş durumdayız. Onun için, hayat sermayesini tüketirken yapmış olduğumuz eylemler müslümanca değil. Dünya tarihinde, kitapsız bir medeniyet yoktur. Medeniyeti, kitaplar kurar; kültürü, sonraki nesillere kitaplar aktarır.  Bilgi güçtür, gücü elinde tutan da iktidardır. Bilgi olmadan düşünmek, mümkün olmadığından dolayı, insanın kendi kendini tüketmesine, hayat sermayesini  boşa harcamasına neden olur. Unutmayalım ki; büyük medeniyetler, büyük düşünen insanların fikirleri ile kurulmuştur. Büyük bilgi sahibi olmadan, büyük düşünmek, kişinin rüyalar aleminde yaşamasıdır. Uyandığında sadece pişmanlık vardır. Bugün internet, sanal medya, televizyon, eğlence kültürü, tüketim çılgınlığı, cinsellik, hedonizm, populizm beşiğine konularak gaflet uykusunda uyutulan İslam Aleminin ve Müslüman Gençliğin gaflet uykusundan uyanması için tek çözüm, okumaktır. Farkına vararak, şuuruna ererek okumaktır. Yoksa, bu gaflet uykusunun sonu, toplumu ölüme götürüyor.