Orta Sahada Diz Çökünce Irkçılık Çöktü mü?

Mehmet Toker
Futbol, normal standartlarda 22 kişinin 11'e 11 takımlara ayrılarak oynadığı basit bir oyun gibi görünse de artık küresel dünyada futbol sadece futbol değildir. Futbolun toplumlar, bireyler, ekonomik yapılar, devletler üzerinde de ciddi etkileri vardır. Futbol oyun ve eğlence boyutundan çıkmış  bir tüketim ve pazarlama endüstrisine dönüştürülmüştür.  Futbol kapitalist sistemin bir aracı veya bir ayağı olarak görülebilir. Futbol aracı/batonu ile kitleleri yönlendirmek, öfkelerine ve duygularına temas etmek, onları belirli bir ideolojinin peşinden sürüklemek, kalabalıkları provake ederek iktidarları yıpratmak dahi mümkün hale getirilmiştir. Çünkü taraftarlık ve tarafgirlik arasındaki nüans kitleler tarafından ayırt edilememektedir.
 
8 Aralık 2020 tarihi, Fransa'nın başkenti Paris'te oynanan bir futbol maçının hakemler tarafından değil, futbolcular tarafından tatil edilmesiyle literatüre geçen bir müsabaka oldu. Irkçılığın, daha önceki yüzlerce örnekte olduğu gibi seyirciler tarafından değil hakemler tarafından da yapıldığının bariz bir göstergesi olarak tarihe geçmiş bulundu.
 
Irkçılık, Avrupa'nın tarihten günümüze taşıdığı bir anlayıştır. Avrupa kültürünün tarihi kodlarının hangi esas üzerine inşaa edildiğini göstermesi açısından bir mihenk taşıdır. Irkçılık, Batı dillerinde Latince aslı  olan "race" teriminin türetilen "rasizm" ve türevi kelimelerle ifade edilmektedir. Kişinin ait olduğu ırkın, insanın özelliklerinin ve kapasitesinin temel belirleyicisi olduğu ve ırkî özelliklerin bir ırkın diğerine üstünlüğünü doğurduğu inancını ifade etmektedir.
 
Bir ırkın üstünlüğünü iddia eden ve kendi ırkını diğer ırklardan üstün görme anlayışını inanç akidesi gibi kabul eden en belirgin topluluk Yahudilerdir. Yahudiliği  milli bir din olarak kabul eden Yahudi teolojisi, İsrailoğullarını Tanrı tarafından seçilmiş özel/üstün ırk olarak görür. Hakim anlayışa göre söz konusu dine ihtida ile girmek mümkün değildir. "Yahudilik mühtedi kabul etmez. Yahudi olunmaz, Yahudi doğulur" anlayışı hakim anlayıştır. Yahudi olmayan (goyim) halklarla, Yahudilerin ilişkilerini düzenleyen özel hukuk kuralları da vardır. Goyimlerle evlenmek yasaktır. Goyimlerin mülkiyet hakları Yahudilerinkinden farklıdır. Yahudilerin kendi arasında faiz uygulaması yasak olduğu halde Goyimlerden faiz almak caizdir.  Bu inanışın temeli, yani Yahudi ırkının/İsrailoğullarının yüceltilmesinin temeli Tevrat'ta: "Rab, yeryüzünde olan bütün kavimlerden üstün olarak kendisine has bir kavim olmak üzere İsrailoğullarını seçmiştir. Onlar Allah'ın kavmi olmuşlardır."  gibi şovenist ifadeler rasizme dini bir kimlik kazanmıştır. İkinci Babil sürgünden sonra İspanya göç eden ve oradan kıta Avrupasına yayılan Yahudiler aracılığıyla, Yahudilerin bu anlayışları Hıristiyanlık öncesi Avrupa'ya taşınmıştır. Ancak mevcut Avrupalı milletlerin bu inanç ve düşünceden  kitlesel olarak etkilenmesi yavaş yavaş sindire sindire yüzyıllar sonra gerçekleşmiştir. Avrupa'da hızla yayılan Hristiyanlık ırkçılığı desteklemese bile yasaklamadığı için Hristiyanlığın hukuki temelini oluşturan Yahudi öğretisi kendisine alan bulmuştur.  Özellikle  Amerika kıtasının Avrupalılarca keşfi ve Avrupalıların Afrika'ya geçmesiyle kendi milletini üstün/seçilmiş görme anlayışı bir anda boyut değiştirmiş ve beyaz ırkın üstünlüğü anlayışına evrilmiştir. Bu anlayıştan hareketle siyah derili, kızılderili, esmer, çekik gözlü insanları köleleştirmeyi,  katletmeyi, onların topraklarını gasp etmeyi bir hak gibi gören vahşi kapitalist anlayış ortaya çıkmıştır.  
 
Avrupalılar : İngilizler; yaklaşık 500 yıl süren sömürgecilik döneminde Amerika kıtası, Afrika, Hint alt kıtası ve Okyanusya'da köle ticareti, kölelerin sömürgelerde kullanılması, toplu katliamlar, sûni kıtlıklar ve toplama kamplarındaki zulümlerle dolu bir tarih ortaya çıkarmıştır.
 
Belçika, Kongo, Ruanda ve Burundi'de 10 milyondan fazla insanı katletmiştir. Hollanda, 17. yy'dan sonra Fildişi Sahili, Gana, Angola, Namibya,  Senegal ve Güney Amerika'da birçok koloniler kurarak bu ülkelerdeki hem insani, hem de doğal kaynakları sömürmüş, büyük katliamlar yapmıştır. 350 yıl Hollanda sömürgesinde kalan  Endonezya'nın 1947'deki bağımsızlık mücadelesinde, binlerce masum Endonezyalı, Hollandalılar tarafından katledilmiştir. Almanya, 1884'ten 1. Dünya savaşı'na kadar olan süre içerisinde Togo, Togoland, Tanzanya, Kamerun gibi Afrika ülkelerinde binlerce insanı katletmiştir. İtalya'nın 1912'de ki Libya işgali sırasında yüzbinlerce masum Libyalı katledilmiş, 1936'da Etiyopya, Somali, Eritre ve Kenya'da İtalyan Mareşal Rodolfo Graziani, yaptığı katliamlarla ünlenmiştir. Fransa, 1524'te başlattığı sömürgecilik faaliyetleri ile Afrika'nın batısında ve kuzeyinde büyük bir bölgede hakimiyet kurmuş, 300 yıl boyunca Senegal Fildişi Sahili, Kamerun, Mali, Benin gibi ülkelerden milyonlarca insanı köleleştirilmiş, bu bölgelerdeki doğal kaynakları sömürmüş, milyonlarca insanı katletmiştir.  Daha yakın zamanda Cezayir bağımsızlık Savaşı'nda yaklaşık 1,5 milyon silahsız Cezayirli, Fransızlar tarafından soykırıma maruz kalmıştır. Amerika kıtasının keşfi ile İspanya özellikle Küba, Porto Riko, Peru, Ekvator Ginesi, Batı Sahara, Filipinler, Güney Amerika bölgelerinde milyonlarca insanı katletmiş Afrika'dan götürdüğü köleleri o bölgelerde insanlık dışı muamelelerle kullanmıştır.   Aynı şekilde Portekiz, Brezilya'da milyonlarca insanı katlederek Brezilya topraklarını sömürmüş, Angola, Mozambik ve Gine Bissau'daki sömürgesini kaybetmemek için yüzbinlerce renkli derili  insanı katletmiştir. Anglo-saksonlar, Kuzey Amerika'ya kitleler halinde göç ettiklerinde milyonlarca Kızılderili'yi katletmişlerdir.  Kısacası Batı kültürü diye bugün dünyaya üst bir kültür olarak lanse edilmeye çalışılan Avrupa ve Batı kültürünün çok kanlı bir katliamlar, soykırımlar geçmişi vardır. Aynı şekilde Doğu Avrupa'daki Slavların, Slav ırkını yüceltmeleri çevresindeki diğer milletleri Slavlaştırma politikaları yüzyıllar boyunca devam etmiştir.
Batı kültürünün bilinç altında ırkçılık anlayışı, psikolojik hastalık ve takıntı olarak yaşamaya devam etmektedir. Bu takıntılı anlayışa göre: "Avrupalıların menfaatleri doğrultusunda, Avrupalı olmayan ırklar, sömürülmelidir, köleleştirilmelidir,  her türlü yaşama hakları ellerinden alınmalıdır."
 
George Floyd'un polis şiddeti ile öldürülmesi ile Amerika'da başlayan,  oradan sıçrayarak İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan ırkçılık karşıtı gösteriler, aslında tarihi bir hesaplaşmadır. Köleleştirilen, sömürülen, katledilen milyonların torunlarının yüzyıllardır bastırılan çığlıklarının hırıltılar haline duyulmasıdır.
 
Irkçılık, İslam  literatüründe "asabiyet" olarak isimlendirilmiş ve "asabiyet" kelimesi ilk dönemlerde kabileler özelinde kullanılmıştır. Asabiyet, ırkçılık anlam genişliğinden uzak bir mânâ taşımaktadır. İran'ın fethinden sonra ırk ayrımını ve buna dayalı çekişmeleri de ifade eden "şuubiyye" kavramı literatüre girmiştir. Ancak İslam kültürünün temeli olan Kur'an ve sünnette: ırk, asabiyet üstünlüğünden daha ziyade takva üstünlüğüne vurgu yapılmış olması ve asabiyetçiliğin kesin bir dille lanetlenmiş olması İslam dünyasında ırkçı anlayış ve hareketlerin zemin bulmasını engellemiş, ırkçılığı problem olmaktan büyük ölçüde çıkarmıştır.  İslam'ın gelişim tarihindeki bir takım iç çatışmalar ve kargaşalar asabiyet veya şuubiyyet  temelinde değil, daha ziyade yorum, düşünce, mezhepçilik temelinde şekillenmiştir. Avrupa'daki ırkçılık ise daha ziyade beyaz ırkın(Anglo-sakson, germen, frank, gotlar, vandallar vb.) kendini üstün görmesi, aşağı görmüş olduğu ırkları yok etme hakkına sahip olduğu anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir.
 
Avrupa'daki futbol organizasyonlarında Afrika veya Güney Amerika kökenli siyahi futbolculara muz atılması yada bu futbolculara yönelik tribünlerden maymun sesleri çıkarılmasının  arka planına gelince, bu daha da iğrenç bir ırkçılık anlayışının yansımasıdır. Kaynağını Darwinist felsefeden almaktadır. Darwin insanların maymundan evrilerek dönüştüğünü iddia etmektedir. Bu teoriyi bilim  zanneden, medeniyeti kendinden menkul sadist düşünce yapısı, siyahî insanları, evrimini tam olarak gerçekleştirememiş maymunumsu bir canlı olarak değerlendirdiklerini ifade etmektedirler. "Negro" söylemi, sadece bir itibar katliamı değil, hakiki katliamların psikolojik bir yansımasıdır.   Bunun temelinde de Avrupalıların kendilerini, evrimini tamamlamış birinci sınıf insan görmeleri yatmaktadır.  Dolayısıyla Avrupa ve Anglo-sakson kökenli beyaz Amerikalıların zihnindeki ırkçılık anlayışı sadece fanatizm kaynaklı bir romantizm değil, inanç ve absürd bir teorinin inançlaştırılması kaynaklı psikolojik altyapısı olan tarihi, kültürel bir zihniyet yapısıdır.
 
Dolayısıyla Başakşehirli  ve Paris Saint Germain'li futbolcuların gösterdiği ortak tepki, her ne kadar kamuoyunda bir infiale sebep olsa, ses getirse bile; çarpmış olduğu duvar, Avrupa'nın soykırımlarla, sömürgecilikle, köle ticareti ile inşa etmiş olduğu utanç duvarı olduğu için geri dönecektir. Bu tür ırkçı söylemler/eylemler ilk olmadığı gibi sonda olmayacaktır. UEFA'nın, FİFA'nın FARE'nin, CASS ve benzeri kuruluşların aldığı kararlar, verdiği cezalar bataklık  kıyısında sivrisinek öldürmekten ibaret kalacaktır. Zira, Rasist/faşist psikoloji batı insanını motive eden gizli bir moral güç olmaya devam etmektedir. Bu bataklığı kurutmanın çaresi/ilacı, "yaratılanı yaratandan ötürü sevmek" ve "beyaz'ın siyaha, siyahın beyaza, sarının kırmızıya, kırmızının sarıya üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün ancak takva ile olduğunu" kabul etmektir. Kabilelere, milletlere ayrılmanın sebebinin müsâdeme, münâkaşa, mukâtele, muâraza için değil teâruf için olduğuna inanmaktan geçmektedir. Yoksa  farklı milletlerden futbolcular orta sahada diz çökmek zorunda kalmaya devam edeceklerdir.