"OXFORD"

Doç. Dr. Ömer Akdağ

Yeni Haber gazetesinde Murat Can refikimiz isabetli bir hususa temas etmiş... "Selçuk Oxford'la Yarışıyor" başlıklı yazısında üniversitelerimizin vasat bir vaziyette olduğunu belirtmiş.

Saygıdeğer refikimiz haklı......

Bunun temel sebeplerinden birisi bence; parayı maksat haline getirmekten kaynaklanıyor. Yani ücretin bir sonuç olarak değil de amaç olarak telakki edilmesi böyle bir vasatlığın ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılıyor. Halbuki ücret bir sonuç olarak görülmesi gerekirdi. Yani herkes işini iyi yapmalı, ücret sonuç olarak tezahür etmeli......

Adı bizde mahfuz nice öğretim üyeleri vardır lisansüstü 10’dan fazla öğrencisi vardır. Yine nice öğretim üyeleri vardır hiç lisansüstü öğrencisi yoktur.  Bir öğretim üyesinin yüksek lisans ya da doktora dersi vermesi veya tez çalışması yaptırması onun performansını artırır. Ancak enstitüler sağlıklı işlemediğinden ve ilgili bölümlerdeki öğretim üyelerinin anlamsız kaprisi yüzünden bunlar yapılamamaktadır.

Yapılan itirazlar da hiçbir makes bulamamaktadır.

Bir ilim adamı ücret için takla atmamalıdır. Takla atan birisi de asla ilim adamı olamaz.

Olsa olsa "film adamı" olur.

Üniversitelerimizde saygıdeğer ilim adamları vardır ve bunları tenzih ediyoruz.

YUNANİSTAN

Yunanistan borç krizinin içinde. Sonunda kurtarıldı. Yunanistan başbakanı meseleyi halka götürdü. Öyle görünüyor ki, Yunanistan bizim 1881 yılında yaşadığımız Duyun-ı umumiyeyi yaşamakta. Yunanistan'ın yaşadığı ekonomik krizle Osmanlı'nın yaşadığı Duyun-ı umumiye arasında borçların ödenemez hale gelmesi itibariyle "benzerlikler" var.  Ama Osmanlı Devleti borçlarını ödeme konusunda son derece hassas olduğundan Avrupalı bankerler yine borç vermeye devam ettiler.

Dönemin hükümdarı Sultan Abdülhamid döneminde ortaya çıkan bu borç krizi bu padişahın kudretli ve ufuklu politikası sayesinde yarısından fazlası ödendi. Borç veren kaynaklar ve bu kaynakların içerdeki uzantıları, Osmanlı'nın borcunu ödeyen Sultan Abdülhamid'e demediklerini bırakmadılar. Başta İttihatçılar olmak üzere top yekün bölücü, yıkıcı ve pozitivist ne kadar "meymenetsiz" güruh varsa koro halinde Sultan II. Abdülhamid'e sövdüler. Tek partili dönemde bu sövgü tavan yaptı. Merhum Özal'a kadar alenen devam eden bahse konu sövgü, Özal'dan sonra kısmen tırsımaya başladı. Halen bazı çevrelerde bu mikrobik anlayış devam etmektedir.

AMA ARTIK TARİHİMİZE VE TARİHÎ ŞAHSİYETLERİMİZE  KARŞI VAR OLAN BU ENFEKSİYONEL BAKIŞLAR MARJİNALLEŞMEKTEDİR.

TÜRK MİLLETİ KADİRŞİNASTIR.

Milletimiz uzun zamandır silah zoruyla tepesinde taşımak zorunda kaldığı musibetlerden tedricen kurtulmaya başlamıştır.

TÜRK MİLLETİ SADECE ALLAH'IN HUZURUNDA DİZ ÇÖKER.

ALLAH'A KUL OLMAYI TERCİH EDEN BİR MİLLET EFENDİLİĞİN ZİRVESİNDEDİR.

 

ŞAHSİYET

Milli Mücadele yıllarında Ankara’da bulunan tek  İngiliz  kadın yazar Grace Ellison 1909’da Padişah II. Abdülhamid’in  hal' edilmesiyle ilgili olarak şunları kaydetmektedir; “Türkiye’nin İngiltere’yi ne kadar çok sevdiğini ve İngiltere’nin dostluğuna karşılık neler vermeye hazır olduğunu ben ilk kez Abdülhamid düştüğü zaman anlayabilmiştim. Büyükelçimiz şimdi vefat etmiş olan Sir G. Lowther’in gelişine tanık olmuş ve İstanbul’a görkemli girişi sırasında arabasının atlarının alınıp büyükelçilik konağına kadar Türkler tarafından çekilişini izlemiştim. Abdülhamid, Alman dostluğu yüzünden ulusunun saygınlığı ile oynarken, Genç Türkiye Büyük Britanya’nın ayaklarına kapanmaktaydı”.  (Grace Ellison, Ankara’da Bir İngiliz Kadın, Bilgi Yayınları, Ankara 1999,  s. 23).

Bu kadın yazar İngiliz’dir ve 1920’li yılların Ankara’sında Milli Mücadele boyunca bulunmuştur.  Daha düne kadar okullarımızda koro halinde sövülen padişahımız ve deha sahibi II. Abdülhamid hakkındaki kanaatlerini görüyor musunuz?

İçerde “sapı bizden baltalarla” dışardaki “Türkiye severler”  nasıl işbirliği yapmışlar Sultan II. Abdülhamid’i devirmek için?

1920-1923 yılları arasında Ankara’da ikamet eden İngiliz kadın yazar  “Türkiye’nin İngiltere’yi ne kadar çok sevdiğini İngiliz dostluğu karşılığında neler vermeye hazır olduğunu”  tespit etmiş.

Bu 1920’li yılların Ankara’da oturan İngiliz yazarı kadına göre; Abdülhamid, Alman dostluğu yüzünden “ulusunun saygınlığı ile oynamış”.  Ama aynı yazar Türk milletinin  Büyük Britanya’nın ayaklarına kapanmasını  “saygınlık” olarak görülüyor.

Ne kadar şık değil mi?

Zira kendisi İngiliz olduğundan ve ayaklarına kapanılan ülke de İngiltere olduğundan İttihatçıların bu davranışı İngiliz kadın yazar Ellison'u memnun ediyor. 

Bizim İttihatçıların 1908’de “Hürriyetin ilanı” olarak köpürttükleri  ikinci Meşrutiyetin ilk günlerinde İngiliz büyükelçisinin arabasını, kendilerini “beygir” yerine koyarak çekmelerini  iftihar vesilesi zannetmişler.  Halâ öyle zannedenler var mı bilmiyorum. Şayet böyleyse bu gibilerin  şahsiyet rehabilitasyonuna ihtiyaçları  olduğu kesindir.

KAYBEDİLEN TOPRAK GERİ ALINABİLİR.

KAYBEDİLEN PARA TEKRAR KAZANILABİLİR.

AMA YİTİRİLEN ŞAHSİYETİN KAZANILMASI İMKANSIZ DENİLECEK KADAR ZORDUR.

Milletimizin kimliği ve şahsiyeti bizim vazgeçilmezlerimizdendir.